Dumbledore'un ofisinden çıkan Artemis hiç olmadığı kadar tuhaf hissediyordu.
Büyük bir çıkmazın içine sokmuştu kendini.
Hiç bir şey yapmadan ailesinin yanına çekilerek yaşayabilirdi ama içi asla rahat olmayacaktı.
Artık 3 kişinin bildiği bir bilgiyle yaşayamazdı, Karanlık Lord'un kudreti dünyayı sarsarken, herkesin ölümsüzlüğünü bir muazzam özellik olarak gördüğü adamı izlemek istemiyordu.
Dumbledore ona herşeyin iyi olacağını söylediğinde Artemis bir soru sormuştu: Hiç kayıp olmadan da herşey iyi olabilir miydi?
Sessizlikten en büyük cevabını almıştı Artemis.
Ailesini bile geride bırakması gerekebilirdi. Zira, ailesi Lord'a fanatik bir şekilde çok bağlıydı ve Artemis o bataklığa sürükleneceğini biliyordu susarsa.
Yüzünü ovaladığında yanağıyla temas eden alyans, keyfinin daha fazla bozulması için mükemmel bir sebepti bir de. Evan, hiç bir şekilde Artemis'ten vazgeçmek istemiyordu. Başlarda Artemis, onu ikna edebileceğini düşünse de Evan'ın ısrarcı tavrı onu üstelemişti. Rosier, Artemis'e başka çıkış yolu olmadığını söylerken ise bir çıkış yolu olduğunu unutmuştu.
Artemis, bu konuda kararsız olsa da başka bir çözüm yolu bulamazsa evden kaçacaktı.
Düşünceleri onu boğarken Remus'u hatırladı birden.
İçindekileri kimseye anlatamıyordu. Tuhaf şeylerdi.
Artemis, normal bir insanın yüzyıllarca gezse de bulamayacağı türden arkadaşlara sahip olsa da, anlatmak istemiyordu. İstediği anlayışla karşılanmayacaktı. Zaten bildiği şeyleri duyarak yerinde saymaya devam ettirilecekti, çözüm yolu bulunursa bile içten olmayacaktı onun için.
Remus ise ona farklı geliyordu.
Remus'u da başta arkadaşlarından biri olarak görse de, zamanla gelişen olaylar ve Remus'un bakış açıları zihnine öyle işlemişti ki, Artemis sıcak havada serin denizde yüzüyormuş gibi hissetmişti. Betimlemesi saçma olsa bile hissi mükemmeldi.
Remus ona şaşırtıcı ve yaralayıcı derecede iyi geliyordu.
Yaralayıcı demesinin sebebi, Remus'u düşünürken hissettiği şeylerdi. Kalbi kasılıyordu, midesine tuhaf ağrılar giriyordu, kumral çocuk onu öylesine neşelendiriyordu ki gülümsemekten yüzü ağrıyordu.
Artemis'in Remus'tan önceki hayatı tek renkten ibaret gri bir fotoğraf gibiydi. Sabit, somut şeylerdi: Safkan bir kız yaşamı, istediği şeyleri alarak arkadaşlarıyla sohbet etmek, derslerine odaklanmak ve kendisiyle ilgilenmek.
Remus ise asla renklenmeyecek bir fotoğrafı usta bir ressam gibi boyamaya çalışmış ve becermişti. Artık Artemis'in hayatı gelecekte onu bekleyen gerginlikler ve sorunlarla dolu olsa da, bunları bastıracak güzel şeylerle de kaplıydı: Remus'la ilgili şeylerle.
Tüm bu düşünceleri, onda Remus'u görme dürtüsü uyandırırken içtenlikle gülümsedi. Bu gün nöbette olduğunu biliyordu, onu bulabilirdi.
Aslında bulmasına bile gerek yoktu. Dumbledore'un ofisi ile aynı kattaydı Remus'un nöbeti.
Sessizce ilerlerken pencerelerin yanındaki uzun bedeni görünce saçlarından hemen onu tanıdı. Kalbi şiddetle atarken sakin kalmaya çalışarak yanına ilerledi.
Remus, Dolunayın ortadan kayboluşunun ardından aysız bile güzel görünen gökyüzünü izliyordu. Parlak yıldızları, onların Remus'a bahşettiği güzel hisleri ve hayalleri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can I Take Your Book? ☾︎R.J.L☽︎
Fanfikce☾︎Remus'un alıştığı klasik hayatı, Flourish Blotts kitab etkinliğinde bir kızla karşılaşması ile değişmişti.☽︎ Kitaptakı altı çizili cümleleri döne-döne okudu Remus. Büyük anlamlarla dolu olan bu cümleler Remus'a kızın ne yaşadığını defalarca düşünd...