Bölüm çoook gecikti, telafi olarak 1700 kelimelik bölümle geldim! Umarım beğenirsiniz ^^
Koşmayı sevmezdim. Koşunca kalbim kanatlanır ve göğüs kafesimi zorlardı. Nefes nefese kalır, yorulurdum. Şu ansa tek istediğim şey buydu.
Koşmak, koşmak ve koşmak!
Durursam yakalanırdım. Geçmişime, geleceğime, aklıma, acıma, yüreğime... Çantamı olabildiğince yavaş toparlamıştım ama zaman bana ihanet etmiş ve hızla geçivermişti. Feza'nın uzun, kemikli parmakları omzumu kavradığında gözlerim beyaz tahtaya dikiliydi.
"...gidecek misin?"
Sorduğu soruyu duyamamanın yanında onu umursamadığımı düşünebilirdi. Riske girmemek için tepkisizce aklımdan geçen cümleyi söyledim.
"Hayat'ı görmeye gideceğim."
Çisil'e kaydı bakışlarım. O, gözlerini benden kaçırıyordu. Önündeki işe ciddiyetle odaklanmıştı. Tam ağzımı açacağım sırada sınıfın kapısı aralandı. Kolundaki kırmızı bantla nöbetçi öğrenci olduğu belli olan onuncu sınıflardan bir kızdı. Bakışları sınıftaki herkeste gezindi fakat bende takılı kaldı.
"Hazan?" diye sorarken tereddütlüydü. Kemik çerçeveli gözlüklerini burnunun dibine iterek "Necati Hoca seni çağırıyor." diyerek tamamladı cümlesini. Omuzlarım istemsizce çöktü. Necati Hoca'nın isteklerini göz ardı edemeyen bir öğrenciydim. Çantamı omuzlarıma takarak beni dikkatle inceleyen Feza'ya gülümsedim.
Benim aksime daha canlı, sevimli ve net bir biçimde tebessüm etti.
''Beni beklemene gerek yok. Ufuk'la takılın biraz.'' diyerek onun içini rahatlatmaya çalıştım. ''Buradayım.'' dedi sanki söylediklerimi duymamış gibi. ''Çabuk ol, tek kalınca sıkılıyorum.''
Birkaç büyük adımla sınıfı yarıladım ve en sonunda arkamı döndüm. Çisil'de çantasını omzuna almış, Feza'nın yanından geçiyordu. Ufuk'un etrafta olmadığını fark etsem de tepkisizce sınıftan çıktım. Öğretmenler odasına doğru ilerlerken yalnızlık tüm hücrelerimi ele geçirdi.
Feza'dan on adım uzaklaşsam, kendimi herkesten soyutluyordum. İşaret parmağımın eklem kısmıyla kapıyı tıklattıktan sonra yavaşça araladım. Necati Hoca ve eşit ağırlıkçı öğrencilerin dersine giren tanımadığım birkaç öğretmen vardı.
''Ah, Hazan!'' diyerek öne çıktı Necati Hoca. Elindeki kâğıt destesini bana uzatarak ''Şunları dosyalamama yardım eder misin?'' diye devam etti sözlerine. Ziyaret saatini geçirmek istemiyordum. Parmaklarımla oynamaya başlarken nasıl olumsuz yanıt vereceğimi düşünüyordum, tam ağzımı açtığım sırada öğretmenler odasının kapısı aralandı.
Çisil göründüğünde istemsizce irkildim. Onun buraya gelmesini beklemiyordum.
''Hocam, iyi günler. Ben piknik işini sormak için gelmiştim.'' dedikten sonra içeriye girdi. Necati Hoca etrafı gözleriyle taradı, ardından bilmiyormuşçasına omuz silkti. ''Mehmet, burada değil.''
''Ah,'' dedi Çisil ifadesiz yüzüyle ikimize bakarken. Bakışlarımı Necati Hoca'nın elindeki desteye çevirdim. Bugünde yüzleşemeyecektim! Hayat'ı ziyaret etmediğim her gün, vicdan azabım katlanıyordu. Acım artıyor, pişmanlık omuzlarıma bir yük misali biniyordu.
''Bunlar tüm senelerin ortalamaları değil mi? On ikinci, on birinci, onuncu, dokuzuncu sınıflar?''
Çisil'in sorusuyla ilgim tekrar ona yöneldi. Kaşlarımı kaldırarak tekrar kâğıtlara baktım. Haklıydı. Bir sürü sınıf olduğu ve bizimkilerin bile en az dört tane listesi olduğunu düşününce iyice gerildim. Kaç saat sürerdi ki? Benim kaybedecek on dakikam bile yoktu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Hayatlar Senfonisi
Teen FictionYalanlar üzerine kurulan hayatlar; ne kadar çok yalan varsa o kadar çabuk yıkılır.