Omzumun sertçe dürtülmesiyle uyandım. Bilincim tam yerine gelemediğinden olsa gerek nerede olduğumu kavramam birkaç saniyemi almıştı. Uyuşan kolumu ovalarken başımı kaldırdım. Karşımdaki kişi beklediğimin aksine, Necati hoca değildi. Kırklı yaşlarının henüz başlarında gibi görünen, şık giyimli ve yüz ifadesi sert olan birisiydi.
‘‘Disiplinsizlik en nefret ettiğim şeydir!’’ dedi dişlerinin arasından tıslayarak. ‘‘Derste uyumak, sakız çiğnemek, sıranın altından telefonla oynamak veya buna benzer olaylarda sizinle ben değil, müdür yardımcıları ilgilenecek. Ben diğer öğretmenlere benzemem. Eğer buraya gelip bir şey öğretiyorsam; hepiniz öğrenmek zorundasınız!’’
Uykunun getirdiği sersemlikle ilk başlarda neden bahsettiğini anlayamamıştım. Öğretmen, tahtaya doğru ilerleyerek çantasından çıkardığı kalemle, büyük harflerle ‘Lale Sezginer’ yazdı. ‘‘Bildiğiniz üzere yeni fizik öğretmeninizim. Şimdi kitaplarınız olmadığına göre konuşarak başlayabiliriz işe. Sen -işaret parmağıyla benim olduğum taradı gösterdi- uyuklayan hanım, kendine gel.’’
İlk günden, takıntılı bir hoca tarafından mimlenmek ancak benim yapabileceğim bir şeydi zaten. Sıramı uyuşuk hareketlerle geriye ittim. Kamburumun çıkmamasına özen gösterirken gözlerimi devirmemek için kendimle savaşıyordum.
Öğretmenimiz şöyle bir kıyafetimi süzdükten sonra kaşlarını çattı. ‘‘Bir daha gömleğini buruşuk görmeyeceğim! Ayrıca pantolonunun paçaları düzgün katlanmış olsun. Yakalarını düzelt. Hırkanın rengi de siyah, gri veya krem olacak, anlaşıldı mı? Okul üniformanız bu fakat görüyorum ki baya renkli kişiliklere sahipsiniz!’’
Sınıftaki pembe, yeşil, mor kazaklı öğrencilerde göz gezdirirken bıkkınca bir nefes verdi. ‘‘Anlaşıldı mı?’’ dedi öncekinin aksine daha yüksek sesle bağırarak. ‘‘Anlaşıldı!’’ diye bağırdı herkes aynı anda. Hapishanede miyiz yoksa okulda mıyız? Belli değil!
‘‘Mıknatıs nedir?’’ diyerek öğretmen masasına yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi. El kaldırmaya tenezzül bile etmedim. Kafayı bana taktıysa ilk kaldıracağı insan ben olurdum tabii ki.
‘‘Evet, sen söyle.’’ dedi işaret parmağıyla ikinci kez beni gösterirken. ‘‘Manyetik maddeleri çeken cisimlerdir.’’ diyerek arkaya doğru yaslandım iyice. Tavrımı hiç sevmediğini gösterir gibi suratını buruşturdu. ‘‘Doğru. Peki, demiri nasıl mıknatıs haline getirebiliriz?’’
Sıramı savdığımdan olsa gerek rahatlayarak yüzümü ovaladım. Derslerimde çok başarılı olmasam da temel şeyleri biliyordum. Ortalamam yetmiş ile seksen arasında oluyordu. Gözlerim pencereye kayarken aklımdan tonlarca şey geçiyordu. Ne zaman boşluğa, tavana, pencereden dışarıya baksam benzer sorunları düşünüyordum dönüp dolaşıp.
Parmaklarımı çıtlatırken daldığımın farkında bile değildim. Gürültüyle öğretmen masasına inen sınıf defterinin çıkardığı ses beni yerimden sıçratmıştı. ‘‘Çık dışarı!’’ diye bağırdı Lale hanım. ‘‘Eğer bana saygısızlık edeceksen çık çabuk!’’
Özür dilenecek hiçbir şey yapmamıştım. ‘‘Telefonla oynamadım, uyuklamadım, sakız çiğnemedim. Neden kovuluyorum?’’
Lale hocanın yanaklarına hafif bir pembelik yayılırken sınıftaki birkaç kişinin hakkımda konuşmasını görmezden gelmeye çalıştım. ‘‘Cümlemi tam dinlememişsin demek ki. Demiştim ki; sınıfımda olan herkes bir şeyler öğrenmek zorunda. Daha fazla münakaşa istemiyorum. Çık şimdi.’’
Daha fazla konuşma gereği görmedim. Çantamı tek omzuma taktım. ‘‘Hayır, çantan sınıfta kalsın. Kaçmana müsaade etmem!’’ dedi tek ayağını ritimle yere vururken. Aynı zamanda sağ elini belinin çıkıntısına yerleştirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Hayatlar Senfonisi
Teen FictionYalanlar üzerine kurulan hayatlar; ne kadar çok yalan varsa o kadar çabuk yıkılır.