Yirmi İkinci Bölüm

2.9K 254 13
                                    

Merhaba arkadaşlar, Kayıp Hayatlar Senfonisi'ni çok uzatmamam gerektiğini düşünüyorum. Büyüsünün bozulmasını istemiyorum. Sonuçta tadında bırakmak lazım... Ne zaman final yaparım tam şekillenmedi fakat üç-dört bölüm sonra son geliyor gibi. 

Bölüm şarkılarımız;

Hurts - Somebody to die for

ve

Colbie Caillat - When the darknees comes 

Umutlarımın canlandığını hissedebiliyordum. Feza elimi tutmuş ve beni evime kadar bırakmıştı. Onu haddinden fazla seviyordum. Gidebilme ihtimali bile canımı yakıyordu. Sabahın köründe uyanmıştım, okula gitmek için ilk defa hevesle hazırlanıyordum. Her şeyimi içine attığım koyu yeşil kadife kutumu elime alarak saçımı tutturabileceğim tokalarıma bakındım. Daha özel bir şeyi bulmayı beklemiyordum.

Necati Hoca'nın ekstra iş vererek kütüphanede kalmamı sağladığı gün, Feza'yla yakınlaştığımız zaman kitabın arasında bulduğum nottu.

''An gelir,

Önce bir insan durur

Sonra bir sokak

Derken bir semt

Ve bir şehir...

Bir bakmışsınız

Paldır küldür yıkılır bütün bulutlar...''

Atilla İlhan'ın dizeleriydi. Onu ikiye katlayarak mor cüzdanıma yerleştirdim ve okul eteğimi düzelterek son kontrollerimi tamamladım. Odadan çıkıp kapıya doğru ilerlerken annem ve babamın kahvaltı ettiğini gördüm. Aniden fikrimi değiştirerek onlara döndüm. ''Hayat... Nasıl?'' diye sorarken gerçekten de endişeleniyordum.

Babamın yüzü küçümseyici bir ifadeyle kasıldı. Elindeki gazeteyi katlayarak masanın kenarına bıraktığında, hala suratına bakıyordum. Yeni tıraş ettiği çenesini sıvazlarken gözlerini anneme çevirdi. ''Kızına onun haberini bile veremiyor musun?'' diye sorarken olayı anlayabilmek için kaşlarımı çattım.

''Beni mi suçluyorsun?'' dedi annem öfkeyle. Ardından çatalını bırakarak bakışlarını bana çevirdi. ''Hayat için gereken ilik bulundu. Baban birkaç yerden torpille halletmiş işini. Şu anda ise beni her şeyi öğrenmenin sorumlusu sayıyor.''

Gözlerim aniden yere kaydı. Baba kelimesinin düşündüğüm kadar zor olmaması gerekirdi. Bazı kelimeler olurdu. İnsanın boğazına bir düğüm misali yerleşir, yüreğine sığmaz ama dudaklarından da dökülemezdi. Benim için baba sözcüğü böyleydi. Aklımda, yüreğimde, boğazımda bir düğümdeydi. Seslice yutkunarak toparlanmayı denedim. İnsan ailesine güvenemezse, kime sırtını dayayabilirdi ki?

''Ben gidiyorum.''

Babam ayağa fırlayarak elini sertçe masaya vurdu. Buğulanan ela gözleri, öfkeyle annem ile benim aramda mekik dokuyordu. ''Bana böyle davranamazsınız.'' dediğinde sesindeki sakinlik, fırtına öncesi durgunluk gibiydi. Ne yazık ki artık onun fırtınalarından kaçıp anneme sığınamazdım. Güçlü durmam, boyun eğmek zorunda kalmadığımı gösterebilmem gerekiyordu.

''Bana yıllardır aynen böyle davranıyorsunuz. Pek hoşuna gitmedi, değil mi?''

Çantamın sapını sımsıkı kavrayarak hesap soran bakışlarımı ona diktim. Baş kaldırışım karşısındaki öfkesi artmıştı. ''Ben senin babanım!'' diye bağırdığında hiçbir yüz kasım oynamadı. Gülümseyemedim bile. ''Kendine mi yoksa bana mı inandırmaya çalışıyorsun?'' dediğimde ise eline ilk geçen zeytin tabağını yere fırlattı.

Kayıp Hayatlar SenfonisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin