Dün yaşanan gergin ortam hala varlığını sürdürüyordu. Babam uzun zamandır ilk defa gazetesini okumuyordu kahvaltıda. Gözleri sürekli bir Hayat’ın bir de benim üzerimde geziniyordu. Sanırım ikimizin arasındaki uçurum kadar olan farkı yeni yeni anlıyordu. Ekmeğime yağ sürerken Hayat’ın rahat tavırlarla taze sıkılmış portakal suyunu içmesine imrendim.
Babamın bakışları uzun süredir üzerimde olduğundan nefes bile zar zor alıyordum. O ise tamamen özgürdü. Gürültüyle bardağını masaya bırakarak ayaklandı. ‘‘Ben çıkıyorum, afiyet olsun.’’
Bugün hiç azar işitme günümde değildim. Sandalyeyi yavaşça geriye iterek doğruldum. ‘‘Ben de...’’
‘‘Hazan, otur. Seninle konuşmam gereken şeyler var.’’
Duyduklarım vücudumundaki tüm kasların gerilmesine sebep oldu. İçimdeki huzursuzluktan anlamalıydım bir şeyler olacağını! Tekrar oturduğumda Hayat çoktan kapıya yönelmiş, saçlarını düzeltiyordu. Ellerimi kucağımda birleştirdim.
‘‘Bir daha o konunun açılması istemiyorum. Bunu ilk ve son kez söyleceğim. Ailen... Yaşıyor.’’
Babamdan bu tarz ataklar beklemediğimden şaşkınlığa uğramıştım. Bakışlarımı masa örtüsünden kaldırarak anneme diktim. Yanımızda oturmuş, aynı benim gibi gözlerini zeytin tabağını çevirmişti. ‘‘Anladım...’’ derken sesimin titrememesi için çaba harcamak zorunda kaldım.
Onların vefat etmiş olmaması vicdanımı rahatlatsa da bu sefer daha kötü düşüncelere kapıldım. Eğer... Yaşıyorlarsa ve ailem bunu biliyorsa beni isteyerek vermişlerdi. Yeterince istenilmeyen çocuk muamelesi gördüğüme inanıyordum.
‘‘Teşekkür ederim, size afiyet olsun.’’
Sandalyeye astığım çantamı tek omzuma alırken gülümsemeyi denedim. Ne kadar başarabildiğimi bilmesem de çoktan ilerlemeye başlamıştım. Salondan çıkıp koridora ulaştığımda Hayat’ı gördüm. Kapının yanındaki duvara yaslanmış, ayakkabılarını giymiş ve kollarını göğsünde birleştirmiş biçimde.
Gözlerimiz kesiştiğinde ondan herhangi bir iğneli cümle bekledim. Alay veya acıma...
Hiçbirini yapmadı. Montunun fermuarını çekerek ‘‘Üzgünüm.’’ diye mırıldandı. ‘‘Belki inanmayacaksın, Hazan. Yine de gerçekten üzüldüm.’’
Acımıyordu bana. Samimi olduğunu ses tonundan, gözlerindeki bakışlardan anlayabilmiştim. Ellerimi titrediği için cebime sokarak cevap verdim.
‘‘Önemli değil, ben üzülmüyorum.’’
Yalandı. Kim üzülmezdi ki? Montumu askıdan alırken Hayat kapıyı açtı ve anında kendini dışarı attı. Yavaş hareketlerle ayakkabılarımı giydim. Saçlarımı montumun içinden çıkardım. Güçlüydüm, hem beni gerçekten sevdiğine inandığım annem vardı. Bunu biliyordum. Binaya çıkarak merdivenlere yöneldiğim sırada bunları düşünüyordum.
Şanslıydım, beni sevecek bir aile bulabilmiştim.
Sokağa çıkmamla yüzüme çarpan soğuk hava bütün bedenimi titretti. Kollarımı sıkıca vücuduma dolarken atkı almadığım için içten içe hayıflandım.
Normal zamanda olsak kısa yoldan ilerler, on dakikaya okulda olurduk. Şimdi ise farklıydı. Nefes almak istiyordum, bu sebeple yürümeye karar verdim. Telefonumu çıkararak kulaklıklarımı taktığımda gözüm duvarın dibine oturmuş olan birine kaydı. Yüzünü kapatan sarı saçları, incecik bedeni ve bizim okulumuzun forması içindeki kız; kız kardeşimden başkası değildi.
‘‘Hayat!’’
Ona doğru koşarak çantamı kaldırımın üzerine gelişigüzel fırlattım. İki büklüm olmuş, omuzları hıçkırıklarla sarsılıyordu. Kollarını tutarak anında hasar değerlendirmesi yaptım. Vücudunda bir şey yoktu, o zaman neden böyle ağlıyordu ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Hayatlar Senfonisi
Teen FictionYalanlar üzerine kurulan hayatlar; ne kadar çok yalan varsa o kadar çabuk yıkılır.