Hayattan beklentim çok büyük değildi hiçbir zaman. Sıcak bir yuva, beni seven ailem, değer veren arkadaşlarımın olması yetmişti. Ne yazık ki birer birer kaybetmiştim hepsini. Önce sımsıcak yuvamı almışlardı elimden. Onların kızı olmadığımı söyleyen aileme cevap verememiştim. Daha sonra ise onları kaybetmiştim. Hayat, benimle oynamaz olmuştu. Babam işten eve gelir gelmez odasına kapanıyordu. Tek başına kalan annem ise onların hala beni sevdiğini söylüyordu.
On üç yaşında olsam da anlayabiliyordum, yalnızdım.
Etrafımda insanlar olması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Bana yalnız hissettiren insanların varlığıydı zaten.
En sonunda ise arkadaşlarım kalmıştı. Zaten başlı başına beni seven insan sayısı azken şimdi hiç yoktu.
Yağmurda yavaş adımlarla ilerlerken yüzüme söylenen binlerce yalanı düşünüyordum.
Çoğu insanın aksine ıslanmayı severdim ama lafta değil. Gerçekten severdim. Toprak kokmayı, tenime iğne misali batan yağmur damlalarını hissetmeyi.
''Seni daima seveceğiz, kızım.''
Yüzüme söylenen en büyük yalanlardan birisiydi bu. Hayır, sevmezlerdi. Ailem çocuğu olmadığı için beni evlat edinmişler fakat mucize gerçekleşmişti. Kardeşim olmuştu! O öz, ben evlatlık olarak etiketlenmiştik.
Hayat'ın açık sarı, dümdüz saçlarının yanında benim kıvırcık, siyah saçlarım sırıtıyordu zaten. Bakışlarım neredeyse boşalmış olan sokakta gezinirken onu gördüm. Hayat'ı... Parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigarayı dudaklarına götürerek rahat bir tavırla içine çekti. Çukurlaşan yanaklarına bakarken yaşadığım şoku atlatamamıştım. Hayat, evde çok sessiz ve sakindi. Peki, neden şimdi kendinden en az altı yaş büyük erkeğin yanında gayet normalmiş gibi sigara içiyordu?
Gruplaşan beş kişiye doğru yürümeye başladım, ne yapacağıma karar veremiyordum. On üç yaşından beri Hayat'la doğru düzgün konuşmazdık ki. Ben ilk evlatlık olduğumu öğrenince sadece ailemi değil, en yakın arkadaşımı da kaybetmiştim. Kız kardeşimi. Hayat'ı.
''Hayat!'' dedim sesimin yüksek çıkmasına aldırmadan. ''Ne yapıyorsun?''
Ellerini cebinden çıkararak sanki benimle karşılaşmamış gibi duvara yaslandı. Başındaki kapüşonu geriye ittirdiğinde sendelememek için zor durdum. Bomboş bakıyordu bana. Sokaktan geçen öylesine birisiymişim gibi.
''Sanane.'' derken sesindeki umursamazlık beni derinden yaralamıştı. Üzgündüm, kızgındım ama en çok kırgındım. ''Saçmalıyorsun! Yürü, eve gidiyoruz.''
''Seninle geleceğimi kim söyledi?''
''Ben!'' dedim ve onun bileğini yakalamak adına ileriye doğru uzandım. Yaslandığı yerden ok misali fırlayarak doğruldu.
''Hangi sıfatla?''
Söylediği kelimeler yüzüme çarparken donup kalmıştım. Ben neyiydim Hayat'ın? Ablası mı? Hayır.
''Sen benim ablam değilsin!'' diye bağırdı boş sokakta yankılanan sesiyle. ''Anladın mı Hazan? Kendini kandırmayı kes. Sen ne ablamsın, ne de babamla annemin çocuğusun! Evlatlıksın! Beni arkadaşlarımın yanında küçük düşüremezsin!''
Yaşadığım acı o kadar gerçekti ki hiçbir şey söyleyememiştim. Hayat'ın öfkeyle harmanlanmış iri ela gözlerine bakarken sadece susmuştum. Haklıydı, ben onun ablası değildim.
İşte o an hayatımın ikinci en büyük yalanını algılayabilmiştim.
''Her şey eskisi gibi olacak, Hazan. Bunu sana asla hissettirmeyiz.''
Ama hissetmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Hayatlar Senfonisi
Teen FictionYalanlar üzerine kurulan hayatlar; ne kadar çok yalan varsa o kadar çabuk yıkılır.