Fazlasıyla olaylı bir okul zamanın sonundaydım. Sabah babamın bağırışları, Hayat’ın bana karşı olan tutumu, umursamaz oğlanın tavrı... Hepsi de üzerime gelmişti. Çantamı toparlarken kapının açıldığını ve Necati hocanın belirdiğini gördüm. Gözlerimi sımsıkı yumarken içimden beni çağırmaması için dua ediyordum.
‘‘Hazan!’’
Ne zaman istediklerim olmuştu ki zaten? Pes ederek kamburlaşan sırtımla hocanın yanına yürüdüm. Çantam tek omzuma takılıydı. Onun kayışını düzelterek ‘‘Efendim?’’ diye mırıldandım. Boştaki omzuma vururken ‘‘Dik dur bakayım.’’ dedi yarı azarlar yarı söylenir biçimde. ‘‘Seninle özel bir şey konuşmak istiyordum.’’
‘‘Buyurun hocam.’’
Sınıftaki erkeklerin çoğu internet kafe için çoktan çıkmışlardı. Kenan, Ali ve Ahmet kalmış, onlarda etraflarına toplanan kızlarla nereye gideceklerine karar vermeye çalışıyorlardı. Onları umursamadan hocanın peşinden ilerledim. Sıkıntıyla iç çekmemek için dudaklarımı dişliyordum. Necati hocayı seviyordum, özellikle bugünden sonra.
‘‘Senden bir şey rica edebilir miyim?’’
‘‘Tabii hocam.’’
İkimizde kütüphanenin önünde durduğumuzda gülümsedi. ‘‘Bugüne teslim etmem gereken bir liste var. Fakat oğlum hastalanmış, gitmeliyim. Onu halledebilir misin? Çıkarken müdür yardımcılarının odasına bırakırsın.’’
Necati hocanın, içi dışı birdi. Yalan söylediğini düşünmüyordum, bu sebeple onaylarcasına başımı salladım. Dokuz, on, on bir ve on ikinci sınıfların listesini elimle hazırlayacaktım o kadar. Pek kolay görünmese de deneyecektim. ‘‘Yaparım.’’ dediğimde cebinden anahtarı çıkarıp kütüphanenin kilidini açtı.
Normalde kullanılmıyordu burası. Öğrenciler sigara içmeyi tercih ettiği için. Dört senedir ilk defa okulumuzun kütüphanesine ayak basıyordum. Bundan olsa gerek heyecanlanmıştım.
İki oda birleşmiş gibiydi. Karşılıklı duvarlarda kitaplar doluydu. Raflar özenle dizilmiş, öylece bırakılmıştı. Görevlinin buluması gereken özel alan en sondaydı. İki masa vardı, yuvarlak biçimde.
Birisi kapının yanındaydı. Diğeri arka tarafta biraz daha görünmeyen tarafta. Arkaya doğru ilerleyerek boş sandalyelerden birisine yerleştim. Necati hoca önüme yazmam gerekenleri bırakarak fokotopi makinesinden çizgisiz kağıt alabileceğimi söyleyerek çıktı. Hemen başlamam gerektiğini bilsem de dayanamadım.
Ayaklanarak rafları gezmeye başladım. Her yerde farklı bir kitap vardı. Farklı bir konu, değişik hayatlar. Gerçek olmadıklarını bilsem de kitap okumaya bayılırdım. Hepsini geride bırakarak bana verilen görevin başına döndüm. Çabucak yapmak için odaklandım. Elimden geldiğince hızlı olarak yazarken kütüphanenin kapısı açıldı.
Anlık dürtüyle masanın altına giriverdim. Bu saatte kimsenin kalmaması gerekiyordu.
‘‘Ne yaptığını sanıyorsun?’’ diye bağırdı Leyla hoca. Onu sesinden değil o sesteki küçümser tınıdan tanımıştım. ‘‘Şu aptallıkları kes Ahmet!’’
Şanssızlığıma saydırırken beni fark etmemeleri için elimle ağzımı kapadım. Ben neden sürekli bu çocuğun hırpalanaşını görmek zorundaydım ki?
‘‘Hangi aptallıklar?’’
Tek korktuğu kişi babası olmalıydı, çünkü annesine karşı çok sert konuşabiliyordu. ‘‘Notlarındaki düşme! Bana olan tutumun! Terbiyesiz davranışların, sululukların!’’ diyerek homurdandı Leyla hoca. Nedendir bilinmez şu an iki parmağıyla şakaklarına masaj yaptığını düşünmüştüm, bu tam da hocamıza göre bir davranış olurdu. ‘‘Babanın bugün ne kadar sinirlendiğini biliyor musun?’’
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Hayatlar Senfonisi
Teen FictionYalanlar üzerine kurulan hayatlar; ne kadar çok yalan varsa o kadar çabuk yıkılır.