Yirmi Dördüncü Bölüm

3K 239 16
                                    

Arkadaşlar adım adım finale yaklaşırken olayların çözülmesi gerektiğini düşündüm. Bölüm biraz gecikti fakat upuzun olduğuna emin olabilirsiniz. İki bin üç yüz kelime... En uzun bölümümüzdür. Olayların durgunlaştığının da farkındayım, hikayeyi uzatıp sizi sıkmayacağım ^^ Umarım beğenirsiniz. 

Bölüm Şarkıları;

Blue Foundation - Eyes On Fire 

ve

Sail - Awolnation

Hastaneye uğramış ve yarama pansuman yaptırmıştım. Benimle gelen Feza'ya ise vücut direncini kazanabilmesi için serum vermişlerdi. Günün sonunda ben, en yakın arkadaşımla evime dönmüştüm. Uzun zamandır ilk defa uyandığımda mutluydum. Bugünün cumartesi olması, yanımdaki koltuktan Çisil'in uyuması ve sevgilimle aramın düzelmesi bile günümün aydınlanması için yeterliydi. Banyoya giderken annemle babamın masada oturduklarını fark ettim.

İşlerimi halledip odama dönerken babamın sesi salonda yankılandı.

''Hazan!''

Adımlarım istemsizce durunca onun masayı işaret ettiğini gördüm. Kahvaltı hazırdı, annem babamın sağında oturuyordu. Bende onun karşısına geçtim. Uzanıp parmaklarını küçük sargı bezinde gezdirdi.

''Acıyor mu? Pansumana gerek var mı?''

''O kadar kötü değil.'' diyerek gülümsemeye çalıştım. Annem başını anladığını belirtir biçimde salladığında ölüm sessizliği çöktü ortama. Babamın yüzüne bakmak istemiyordum. Bakışlarımı geçen sabah kırıldığı için yenisi alınmış olan zeytin tabağına diktim.

''Öfkeme engel olamadığımı biliyorsun.'' diyen babamın iri avucunu omzumda hissettim. ''Sen benim kızımsın, Hazan. Hep öyleydin. Ben ne yapacağımım bilemiyordum sadece. Sana nasıl yaklaşmam gerektiğine emin olamıyordum.''

Duyduklarım canımı daha fazla yakmıştı nedense. Belki rahatlamam gerekirdi ama gerilmiştim. Sırtımın dikleştiğini, bakışlarımdaki soğukluğun gram azalmadığını fark eden babamın omuzları çöktü. ''Kolaylaştırmayacak değil mi?'' diye sorduğunda ağlamamak için bakışlarımı tavana çevirmek zorunda kaldım.

''Tüm nefretini dök. Dinleyeceğim.''

Bunu istiyorsa alacaktı. İçimdekileri süzgeçten geçirmeden olduğu gibi söylemeye başladım.

''Bana evlatlık alındığımı söylediğinizde kaç yaşındaydım? On üç müydü? O yaşta babasız kaldım ben. Siz hiçbir şeyin değişmediğini geveleyip dursanız da biliyordum. Sen eve geç geliyordun, Hayat beni abladan saymıyordu. Annemse en çok acıyı çekendi belki. Beni yalanlarla uyutuyor, üzülmemem için çabalıyordu. Ben beş sene besleme muamelesi gördüm. Senden para istemeye bile utandım biliyor musun? Her göz göze geldiğimizde babam olmadığını düşündüm. Tam her şeyi rayına oturtmuş hayatımı kabullenmiştim ki... Bu seferde gerçekten kızın olduğumu öğrendim.''

Susarak birkaç saniye soluklandım. Dudaklarımdan dökülen acımasız kelimeler, en çok beni yaralıyordu.

''Aslında daha acı vericiydi. Evlatlık olduğumu sandığım zamanlarda bana karşı soğukluğuna anlam verebiliyordum. Elin uzanmıyordu başıma. Uzaktın. Oysa gerçek kızındım ben. Tavrını, soğukluğunu, sevgisizliğini hak etmedim. Yıllarca bir gram sevgi için ağzının içine baktım. Bunu göremeyen sendin, baba.''

Uzun soluklu konuşmanın sadece sonunda söylediğim baba kelimesiyle irkildi. Haklı olduğumu biliyorlardı. Annemin bakışlarındaki gururu, babamın ifadesindeki çaresizliğini net biçimde algılayabiliyordum. Ne yazık ki umursamayacak kadar duygusuzlaşmıştım.

Kayıp Hayatlar SenfonisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin