🐺29.Bölüm🐺

270 24 6
                                    

𐰉𐰺𐰢𐱁: 𐰉𐰆𐰑𐰣: 𐰇𐰠𐰇: 𐰘𐰃𐱅𐰇: 𐰖𐰑𐰍𐰣: 𐰖𐰞𐰭𐰣: 𐰖𐰣𐰀: 𐰚𐰠𐱅𐰃: 𐰉𐰆𐰑𐰣𐰍: 𐰃𐰏𐰓𐰘𐰃𐰤: 𐱅𐰃𐰘𐰤: 𐰘𐰃𐰺𐰍𐰺𐰆: 𐰆𐰍𐰕: 𐰉𐰆𐰑𐰣: 𐱃𐰯𐰀: 𐰃𐰠𐰏𐰼𐰇: 𐰶𐰃𐱃𐰪: 𐱃𐱃𐰉𐰃: 𐰉𐰆𐰑𐰣: 𐱃𐰯𐰀: 𐰋𐰃𐰼𐰏𐰼𐰇: 𐱃𐰉𐰍𐰲: 𐱃𐰯𐰀: 𐰆𐰞𐰍: 𐰾𐰇: 𐰚𐰃: 𐰘𐰏𐰼𐰢𐰃: 𐰾𐰇𐰠𐰓𐰢: 𐰾𐰇𐰭𐰾𐰓𐰢: 𐰦𐰀:

~dağılmış olan halk, yarı ölü yarı diri, yayan yapıldak dönüp geldiler. Halkı besleyeyim diye kuzeyde Oğuz halkına, doğuda Kıtany(Kitan), Tatavı halklarına, güneyde Çin halkına büyük bir ordu ile on iki defa sefer ettim ... Savaştım. Ondan...~

🏹

Hızla doğruldum ve çevreme bakındım. Bu sefer de bir çocuk parkının, hatta o parktaki kum havuzunun içine düşmüştüm.

Hayır!

Düşmüştük!

Barlas da yanımdaydı!

Beraberdik!

Gelecekteydik!

Barlas yavaş yavaş gözlerini araladı. Acı içerisinde inledi. Kısık gözlerinin arasından bana baktı.

"Ne oldu böyle? Bu da ne?! Neredeyiz biz?!"

Şaşkınlıkla cevap verdim. Hâlâ Barlas'ın da yanımda olduğuna inanamıyordum.

"Gelecekte." der demez Barlas kalkmak için güçsüz düşen bedenini zorladı. Yine gece vaktiydi. Issızdı buralar.

Barlas elini elimden çekti ve ellerinden destek alarak doğruldu. Çevresine baktı. Kısılmış olan gözleri dehşetle büyüdü. Sertçe yutkundu. O yutkunuşun sesi benim dahi kulağıma geldi.

"Bu da ne böyle?!"

Kafasını kaldırdığı ve baktığı yerde gökdelenler, gökdelendeki ışıklar mevcuttu. Sağ tarafında yine işlek bir yol vardı. Arabalar gece olmasına rağmen vızır vızır gidip geliyordu.

"Öldük mü Asena?! Tamu(cehennem) mu burası?! Yanık kokuyor! Gerçekten... Öldük biz değil mi?! Bu... Bu... Bunlar..."

Barlas'a güldüm. Yanık kokuyor dediği, arabaların geride bıraktığı yakıt kokularıydı.

İrileşmiş gözleriyle gözlerime baktı.

"Neden gülüyorsun?! Gülünecek ne var bunda?!"

"Ah Barlas'ım ah... Ben sana tüm bunları nasıl açıklayabileceğim ki?"

Yerdeki kitabı aldım. Ayağa kalktım. Üzerimdeki kumu silkeleyerek sol elimle kitabı tuttum. Sağ elimi de Barlas'a uzattım.

"Hadi, gidelim. Önce şu yaralarına baktıralım."

"Hah?"

Şu an oldukça şaşkındı ve yüzü, ifadeleri aşırı komikti. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Arada kaçıyor ve gülüyordum.

Unutmadan... Burası esir tutulduğumuz hücre olmalıydı. Şu an Barlas'ın arka taraflarına doğru yürümeliydik. Kitap bizi geri götürdüğü zaman esir kampının dışına çıkmış olmalı ve dışında bir yere düşmeliydik. İyi hesap etmem gerekiyordu.

Barlas kalkamayınca yeniden eğildim ve koluna girerek ona destek oldum. Güçlükle ayağa kaldırdım. Kolunu omzuma attım. Onunla beraber ağır ağır ilerledim.

Bünyesi dayanıklıydı. Aksi takdirde aldığı yaralar çok kötüydü. Ayakta bile duramazdı.

Şu an şaşkın şaşkın her yeri incelemekle meşguldü.

Yanımızdan geçen tek tük insanlar bize oldukça garip bakıyorlardı. Kimisi ellerine telefonlarını alıp resmimizi bile çekiyordu. Konuşmaları kulaklarımıza geliyordu.

"Asena'm. Bunlar insan mı? Yoksa tamudaki işkence melekleri mi? Çok garip konuşuyorlar."

Yine güldürdü beni. Çevremizdeki insanlar benim de anlamadığım bir sebeple hep maske takmışlardı yüzlerine. Çoğu üzerine laylonlar falan geçirmişti. Herkeste de vardı. Bu yüzden Barlas'a daha çok bir işkence meleğini andırmışlardı. Önüme bakıp ilerlemeye devam ederken ona cevap verdim.

"Hayır,Barlas. İnsan hepsi. Gelecekteyiz,tamuda değil. Çince konuşuyorlar."

"Ben neden anlamıyorum?"

"Çünkü eski Çince biliyorsun. Yüzyıllar geçti. Diller de değişti. Şu an Çin ilindeyiz. Türk iline düşseydik, onları da anlamazdın. Çünkü eski ve öz Türkçe'mizi neredeyse tamamen kaybettik. Alfabemiz de Latin alfabesi. Türk değil."

"Peki Asena'm..."

Barlas'ın soruları uzayıp gitti. Hiç duraksamadan üst üste bir sürü soru sordu. Bense hangisine nasıl cevap vereceğimi düşünüp durdum.

🏹

"Biz aktörüz. Yeni bir tarihi dizi için çekim yapıyorduk. Ancak kimliği belirsiz kişiler tarafından, sette iken saldırıya uğradık. Darp edildik."

Hemşireye sırıttım. Hemşire Barlas'ın yaralarına pansuman yapmaya devam ederken;

"Dizinin ismi ne?"diye sordu. Soru karşısında bir müddet dönüp kaldım. Sonra aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"Legend of The Book of Destiny(命运之书的传说) (Kaderin Kitabının Efsanesi)"

"İsmi bile merak uyandırıcı. Heyecanlandım. Çok güzelsiniz. Dizinizi merakla bekliyor olacağım. Bu arada... Kıyafetleriniz Çin tarihindeki kıyafetlere pek benzemiyor sanki."

Sahte gülümseyişimi sürdürdüm. Tek elimi boynuma atıp ovmaya başladım.

"Ehehe, evet. Şey... Türk kıyafetleri bunlar. Biz başrolüz lâkin Türk'üz. Türk rolündeyiz."

"İyice meraklandım şimdi."

Barlas'ın elini sıkı sıkı tutuyor ve ona güven veriyordum. Gözleri hemşirenin elinde ve hastane içinde gezinip duruyordu. Hemşirenin elindeki aletlere dikkatle bakıyor, ne olduklarını merak edip çoğundan korksa da sırf bana güvendiği için sesini çıkarmıyordu.

Ahhh... Asansöre binişimiz de ayrı bir komikti. Barlas asansör yukarı doğru hareket ettiğinde bağırmıştı. Bense deli gibi gülmüştüm. Herkesin dikkatini çekip rezil olsak da umurumda bile olmadı.

Hemşire yanımızdan ayrıldığında ne olur ne olmaz diye perdeyi çektim. Barlas'ın yanına, yatağın ucuna oturdum.

"İyi misin?"

"İyiyim,merak etme görklüm. O katun bana ne batırdıysa, tüm ağrılarım bir anda dindi sanki."

Tebessüm ettim. Hemşire ona ağrı kesici bir iğne de yapmıştı. Morlukları ve eziklerinin çok kötü olduğunu söylemişti.

"Bu şeyi takmak zorunda mıyız? Nefes alamıyorum. Berbat kokuyor."

Yüzündeki maskeyi kastettiğini hemen anladım. Bana da bir tane verilmişti.

"Takmalıyız Barlas. Büyük bir salgın hastalık tüm dünyayı sarmış. Çok tehlikeli imiş. Bu maske bizi o salgın hastalıktan koruyacak."

"Veba gibi mi?"

"Gibi,evet."

"Bu bez parçası mı koruyacakmış?"

"Evet. Sadece bir tedbir. Bulaşma riskini azaltıyor. Açık olmasından daha korunaklı."

Ağrı kesicinin etkisiyle de iyice mayışmıştı.

Kitabı o arada yeniden elime aldım. Korksam da, esir kampından yeteri kadar uzaklaşmış olduğumdan emin olduğum için kapağını açtım. Ne olur ne olmaz diye korkarak Barlas'ın elini sıkıca tuttum. İyi ki de tutmuştum. Çünkü açılır açılmaz görünen yazılar bizi yine kendisine çekti.

...

Kaderin Kitabının Efsanesi (Eski Versiyon)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin