:𐰖𐱁𐰃𐰭𐰀:𐰶𐰃𐰺𐰴𐰕: 𐱃𐰯𐰀: 𐰾𐰇𐰠𐰓𐰢𐰕: 𐰾𐰇𐰭𐰇𐰏: 𐰉𐱃𐰢𐰃: 𐰴𐰺𐰍: 𐰾𐰇𐰚𐰯𐰤: 𐰚𐰇𐰏𐰢𐰤: 𐰘𐰃𐱁𐰍: 𐱃𐰆𐰍𐰀: 𐰖𐰆𐰺𐰃𐰯: 𐰶𐰃𐰺𐰴𐰕: 𐰉𐰆𐰑𐰣𐰍: 𐰆𐰑𐰀: 𐰉𐰽𐰑𐰢𐰕: 𐰴𐰍𐰣𐰃𐰤: 𐰋𐰃𐰼𐰠𐰀: 𐰽𐰆𐰭𐰀: 𐰘𐰃𐱁𐰑𐰀: 𐰾𐰇𐰭𐱁𐰓𐰢𐰕: 𐰚𐰇𐰠𐱅𐰃𐰏𐰤: 𐰉𐰖𐰺𐰸𐰆𐰣𐰭: 𐰴: 𐰑𐰍𐰃𐰺𐰍:
~yaşındayken Kırgızlara doğru sefer ettik. Mızrak batımı karı söküp Kögmen dağlarını aşarak yaya halde ilerleyip Kırgız halkını uykuda baskına uğrattık. Hakanları ile Songa dağlarında çarpıştık. Kül Tegin Bayırkuların ak aygırına...~
🏹
Herkesin şaşkın bakışları üzerimdeydi. O ukalanın da. Benden bunu beklemiyor gibiydi.
"İnan bana, kim olduğunun benim için zerrece önemi yok. Sadece beni rahat bırak ve kendi işine dön."
"Ben... Çin'in en zengin ailesine mensup Dragon Entertainment şirketinin varisi, Wu Yifan. Bu yaptığın cesur hareketin bedelini ödeyeceğini bilmiyor musun güzellik?"
Aynı sorular... Aynı tarz konuşmalar. Burada her şey sadece geleceğe uydurulmuş.
"Ne o? Sustun."
Zafer kazanmış edayla sırıtan bu ukala varise ölümcül bakışlarımı gönderdim.
"Elimden geldiğince samimi ve sevecen bir şekilde yaklaşmaya çalıştım. Ama olmadı. Senin yüzünden sinirlendim. Ne olacak şimdi? Ben sinirlenince sinirim geçene kadar kan akıtırım. Şimdi... Şimdi de bunu mu yapmalıyım?"
Benim vicdanlı biri olduğumu düşünerek vicdanımdan vurmaya çalışıyor. Sanırım kendi canımdan çok masumların canını düşündüğümü tahmin edebiliyor. Öyle de. Ama ona, bunun tam tersini göstermeli ve umursamamazlık maskesini takmalıyım.
"Umurumda değil. Ne yaparsan yap."dedim.
Biraz daha yaklaştı. Dibime girmişti. Ama korkmadığımı ona göstermek için yerimden gram kımıldamadım.
"Yere serdiğin adamlarım... Beni tanımayıp bana karşı gelecek cesareti de kendinde bulman... Kimsin sen?"
Sırıttım. Çince konuştuğum için benim de Çinli olduğumu zannetmişti herhâlde. Kim olduğumu ona gururla söylemeyi çok istiyorum tabii ki ancak sinirlerini bozmak daha güzel olacak.
"Sanane? Bunun seni ilgilendireceğini zannetmiyorum."
Moralinin bozulmadığını göstermek için sürekli sırıtıyordu ama bozulduğunu gayet iyi anlayabiliyordum.
"Cesaretin beni oldukça etkilemeye devam etse de giderek sinirleniyorum bilmiş ol."
Gülüşümü artırdım. Onunla bayağı bir dalga geçerek konuştum.
"Çok korktum varis beyciğim. Lütfen beni affedin."
"Sen... Bu ne cürret?! Fazla oluyorsun."
Gülmeyi kestim ancak sırıtmaya devam ettim.
"Ben Türk'üm, Türk! Damarlarımda akan bu Türk kanı, akmaya devam ettiği müddetçe gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam!"
"Lanet olasıca keçi çobanları. Asırlar boyunca bir kurtulamadık gitti sizden. Demek sen de onlardansın?"
"Size şu devasa seddi yaptıran keçi çobanlarına kurban olurum ben."
Elimle işaret ettiğim yerde devasa Çin Seddi görünüyordu. Yifan'ın yüzü kasım kasım kasıldı.
"Hepinizin... Kökünü kurutacağız."
Normalde şu an Yifan'ın işaret vermesi ve birçok adamının çevremi kuşatmış olması gerekiyor. Ancak... Ancak daha farklı bir şey oldu. Yifan eliyle işaret veremeden arkamdan gelen birisi elimi tuttu. Sıkıca ellerimizi birleştirdi.
Bir anda elimin tutulmasıyla korkarak başımı çevirdim.
Barlas!
Onun burada ne işi var?! Üstelik... Her şey kitaptaki gibi giderken şu an... Şu an değişmişti. Böyle bir anımız hiç olmamıştı.
Şaşkınlıkla irileşen gözlerim onun üzerindeydi. O da başını bana çevirip gözlerimin içine baktı. İç ısıtan gülümseyişini yolladı. Güzel sesi kulaklarıma doldu.
"Her yerde seni arıyordum görklüm. Demek buradasın? Neler oluyor burada?"
Görklüm mü?
Görklüm mü?! Gö-görklüm mü dedi o bana az önce?!
İyi ama nasıl?! Bunu nereden biliyor?!
Ben düşüne durup şaşkın şaşkın ona bakarken o, bu sefer de Yifan'a baktı.
"Eşimi neden rahatsız ettiğinizi sorabilir miyim acaba?"
Sesi alçak olsa da korkutucuydu. Üstelik... Çince konuşuyordu!
Gelecekte olan Üsteğmen Barlas Çince biliyor muydu ki?!
"Ba-Barlas..."dedim. Bu sefer bana bakmadı çünkü Yifan'la kurdukları göz temasıyla âdeta birbirlerini yiyorlardı. Sert sert bakışıyor, o bakışlarla birbirlerine ateş ediyorlardı. Ortalık bayağı gergindi.
En sonunda Barlas, Yifan'ın gözlerine bakarak sırıttı ve gözlerini devirip başını bana çevirdi.
"Biletlerimizi aldım. Yarın ülkemize dönüyoruz Asena'm. İzin almıştım ancak ortalık gergin. Şerefsiz Ermeniler,yine kardeşlerimize kalleşçe saldırdı. Azerbaycan Türkü kardeşlerimize destek için gönüllü gideceğiz. Kardeşlerimizin gücüne güç katacağız. Türk askeri de orada bulunmalı."
Başımı aşağı yukarı sallayıp onu onayladım. Birleştirmiş olduğu ellerimizi havaya kaldırdı. Elimin üzerine bir öpücük kondurdu. Sonra tezgâha döndü.
"Kelebek şekilli olan, şu kolyeyi istiyorum."
Benim beğendiğim kolyeyi işaret etti. Satıcı ellerindeki eldivenlerle kolyeyi tuttu ve plastik, ağzı fermuarlı küçük poşetin içine koyup Barlas'a uzattı. Barlas onu eline değdirmeden elimi bıraktı ve cebine katlayıp koyduğu küçük siyah poşeti açtı. Satıcı anlayıp poşetin içine koydu.
Barlas bu sefer de cebinden çıkardığı, ülkemizde 40 liraya denk gelen 35 Yuanı tezgâhın üzerine bıraktı. Satıcıya;
"Kolay gelsin."diyip gülümsedikten sonra sağ elini yeniden bana uzattı. Eline baktım bir süre. Sonra sol elimi kaldırdım ve tutmasına müsaade ettim.
İlerlemeye başladı. Ben de onun yanında ilerledim. Otele doğru gitmeye başladı. Hâlâ şaşkınım ve konuşamıyorum. Sadece ona bakıyorum. Düşünüyorum.
Adımlarını hızlandıran Barlas'a ayak uydurdum. Otele geldik. İçeri girdik. Kaldığım odayı dahi biliyordu!
Kapının önüne kadar geldik. Başını bana çevirdi.
"Kapıyı açmayacak mısın?"
"Se-se-sen..."
"Şaşkınsın biliyorum. Ama içeri girince konuşalım görklüm. Seni... Çok özledim."
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaderin Kitabının Efsanesi (Eski Versiyon)
Historical FictionKaderin Kitabının Efsanesi kitabının ilk yayınlandığı düzensiz hâlidir.