ᥫ᭡. 3- Kumar Oyunu

262 41 8
                                    


Kaldığımız kulübe tarzı evin arkasında, ağaçların ortasında kalmıştık. Gür dallar ve yapraklar her an dökülecek gibi duruyordu ve önceden yere dökülen yapraklar da çoktan turunculuğunu kaybedip griye dönmüş, çürümüşlerdi. Bir insanın toprak altında zamanla kokarak çürümesine benzerdi, akan kan ağaç köklerine ulaşıp onları büyülü hale getirirdi. Bu büyülü orman her zaman birisine ait olurdu; ya birisinin sığınma yeri, ya da o sığınacak kişinin mezarı. Minho bir gün bu toprağın altında yatar mıydı? Eğer bana karşı yanlış oynarsa yatabilirdi.
"Jisung, sen.."
"Ben ne?"
"Sen delice bakıyorsun, hiç bir zaman merhamet göremiyorum gözlerinde. Ruhun kararmış gibi sanki.."
"Karardıysa ne yapmayı planlıyorsun?"
"Bu iyi değil.."
Daha fazla konuşmasına izin vermek istemedim, onun sözlerinin kalbimi yumuşatmasını ve sadece benim kokusunu aldığım kanlı ağaç köklerine zarar vermesini görmek istemedim. Yanından çekip gittim konuşmanın ortasında aniden, fakat peşimden gelmedi ve sadece bağırdı bana. Kaderini belirleyecek şeyleri söylerken duraksadım..
"Seni gördüm!"
Geri döndüm eski yerime, artık benimle kader oyununa girmişti ve bu artık bir kumar sayılırdı. Nazik davranırsa bütün varlığımı verirdim, tehdit ederse onu kirli toprakla ödüllendirirdim.
"Seni gördüm o gün, gece. Daha sonra kendini açık ettin."
"Tam olarak nerede?"
"Polislerle uğraşmak şaka mı sanıyorsun?! Neden durduk yere birisini öldürüyorsun!"
"Gördün.."
"..."
"Minho, şu an ne hissettiğimi bilemezsin. Benimle kumar oynama, hayatını koyuyorsun ortaya."
"Öyleyse istediğin gibi öldürebilirsin beni, seni birilerine ihbar edeceğimi düşünüyorsan hiç durma."
"Anladım."
Tuhaf bir gülümsemeyle ellerimi cebime koyup yanından ayrıldım, henüz duyamadığı boğuk yaprak kokusunda. Böyle söylüyorsa bana bir şey yapmayı düşünüyor olamazdı, zaten bu işten kazancı da olmazdı. Minho'nun bana sadık kalacağını ve bunu tamamen saklayacağını düşünüyordum. Neden birilerine zarar verdiğime gelemezdim çünkü Minho bu işte benimle olmadığı sürece hiç bir şey anlayamazdı, aklında soru işareti bırakmak istemezdim ondan sonra.

Sessizce mutfağa yürürken herkesin orada olduğunu ve biraz olsun yatıştıklarını farkettim. Korkmuş olmalılardı, böyle bir işin içinde olsalardı şimdiye ölürlerdi. Benimse sanırım bu iki yükü taşıyacak kapasitem vardı; bir yandan derslerimde başarılı olmak, diğer yandan da orağımla..
Birden yüzüne oldukça aşina olduğum, her haberi ondan duyduğumuz, heyecandan yerinde duramayan çocuk ayağa kalkarak telefonundan ortaya birşeyler okumaya başladı. Sadece sandalyede oturmuş onu dinlerken Minho'nun da kısa süre içinde benim biraz uzağımdaki sandalyeye yerleşip dik dik baktığını farkettim.
"Aranızda Yuanfen'i bilen var mı!?"
Onun heyecanla ayakta anlattığı şeye karşı bir kız sakince onu tersler gibi konuşup heyecanını bastırmıştı.
"O vicdansız katili bilmeyen mi var?"
"Chang'ın da ölmesinden sonra ceset sayısı 35'i aşmış! Adamı bulamıyorlar kaç aydır!?"
Demin gayet rahat olan kız şimdi aniden tir tır titremeye başlamıştı, umursamaz ve kırıcı bir şekilde Minhoyla baktığımda bana  kaşlarını daha çok çattığını ve dişini sıktığını gördüm.
"Nereden bileceğiz aynı adam olduğunu, ülkede sadece o mu katil?"
"35 cesetin de hepsi aynı şekilde öldürülmüş. Hergün sayısı fazlaca artıyor.."
Birden araya girme ihtiyacı duydum tırnağımla uğraşmayı bırakıp.
"Son günlerde o kadar da katliam yapmıyor değil mi? Acaba kaybolmuş olabilir mi, ya da katil olmaktan vazgeçmiştir!.."
"Jisung, beynini kullan biraz. Adam o kadar göze batmak ister mi sence hergün birisi ölsün?"
Sonunda hepimizin sesinden başka daha sert aynı zamanda da kırgın çıkan bir adamın sesini duyduk, çok tehditkar davranıyordu.
"Önceden herkesi öldürmeyi kolayca başarıyordu ama!.."
Ona sinirlenip yüzümdeki umursamaz ifadeyi sildim ve eğilerek ona baktım derin gözlerle.
"Hala da başarıyor olabilir."
"..."
Gerçi bu sıralar elim biraz yavaşlamış mıydı ne?

Bunu tartışmayı bırakıp gidecektim ki Minho'nun benden önce davranıp ortamı terkettiğini farkettiğimde olduğum yerde kal geldi birden. Elimde taşıdığım telefonun hoş tınılı sesini duyduğumda bir bildirim aldığımı gördüm, bilmediğim bir numara bütün sınıf arkadaşlarımızı da toplayıp grup açmıştı. Ben gruba baktıktan sonra herkes teker teker birbirini takip eden kan lekeleri gibi telefonuna sarılınca hepsinin şaşırdığını gördüm. O bilinmeyen numara bize mesaj yazmakla meşguldü, ayrıca hocamızın da olduğu grupta..
"Katil aranızda."
Kızların yüzü dehşetle kaplanmış, kılıfına güvendikleri telefonları titrek ellerinden serbest bırakmış olmalılardı. O heyecanlı çocuk ruhlu, 'haberci' diye çağırdığımız çocuksa olduğu yerde kalmıştı, telefonla bakışıyordu. Bense ilk defa telaşlı ve stresli hissetmiştim, ilk defa terim yüzünden üşüdüğümü duymuştum. O sırada aramızdan hemencecik ortalardan kaybolan bir genç geldi aklıma, kriz anında neden çekip gitmişti Minho? O muydu?..

Yumruğumu sıkarak ilk defa bir sinirle arkamı döndüm ve hızlı soluklarla odama yürüdüm.
"Bunun bedelini ödeyeceksin Minho, ama sabah değil.."
Onun yaptığına emindim, başka kim olabilirdi? Başka kim benim o uyuz çocuğu öldürdüğümü biliyordu? Sadece ben ve şeytanım, bir de Minho.
Sınıfın çılgın nâralarını duyduğumda bu ses kulağıma sadece iki saniyelik olarak gelmişti çünkü sinirle çoktan orayı terketmiştim bile. Şimdi yatağın içinde garip havalar soluyordum, yine bir kan sesi kulağımı doldururken etrafında kırmızıya boyandığını gördüm. Kırmızılık siyaha dönerken bu sefer önümdeki masada bir insanın çeşitli organları duruyordu, iğrenip arkamı döndüğümde Minho'nun bana ters ters baktığını ve dibimde olduğunu farkettim. Sesi kulağıma gelirken sanki suda yüzüyormuş gibiydim, ki tam o sırada derin bir okyasnusta buldum bedenimi. Suyun dibine çökerken yapacak bir şeyim yoktu, bıçağım suyu kesemiyordu.

Aksine, su, beni boğuyordu.

Gözlerimi açtığımda eskimiş nemli tahtayla karşılaştığımda rahatladım, yine saçma sapan rüya tarzında hayallerden görüyordum. Gerçeği ayırt etmemi engelleyen hayalden kalkıp gözlerimin çapağını sildiğimde saate bakmayı da ihmal etmedim; 02:30
"Seni boğacağım.."
Etrafta su olmasa da insanı boğan tek şey su değildi, üzerine gidersem yeterince boğulacaktı. Babamdan kalma küçük çakıyı cebime attığım gibi dışarıda buldum kendimi, bu sefer daha fazla esiyordu hava. Sıcak olmayan hava yüzünden elim uyuşsa da dikkatli adımlar attım ve dün öldürdüğüm çocuğun yerine geçerek o mor telleri gördüğüm ağacı gözetledim, ne kadar belli olurdu olay mahalim!..
Onu hissedene kadar bekledim orada, saatin çoktan 3 olduğuna emindim artık. Saatin tam 3 geçtiği vakit karşımda bir adam belirdi, karanlıktan yüzünü çok seçemesem de yanıma gelmesiyle nereden geldiğini bilmediğim bir ışıkla yüz hatları belli oldu.
"Minho?"
"Beni bekledin."
"Geç kaldın."
"Hiç gelmeyebilirdim."
Yere bakarken aniden arkamdan küçük bıçağı çıkartıp o pürüzsüz, temiz boynuna tuttum. Ancak en güzel gördüğüm kan akışı bu olabilirdi, tertemiz beyaz teninin üzerinde koyu kırmızı renginde parlak lekeler bulanıp durabilirdi.
"Seni boğacağım, Minho. Evet burada su yok ama ben insanı kanında boğmayı da bilirim."
"Neden böyle davranıyorsun bana?"
"Ölümü zorluyorsun, sana söyledim. Benimle kumar oynama diye ama saçma sapan bir numarayla insanları korkutuyorsun."
"O ben değilim."
"Keşke yanımda olsaydın, inanırdım o zaman sana."
"Telefonum yanımda bile değildi, üstelik sen benim arkadaşımsın. Bunu neden yapayım?"
"Arkadaşını birisini öldürürken görmek hislerini hiç değiştirmedi mi?"
"Peki katil olmak senin hislerini ve ruhunu değiştirdi mi?"
"..."
Onu ikinci kez yanlış avlamıştım, bırakmak en iyisi olurdu. Bir şey demeden bıçağımı boynundan çekip, karanlığa gömüldüm arkasından onu o karanlıkta tek bırakarak...

Belki de, bu gezi biraz fazla uzun sürmüştü..

Devam edecek...

缘分: YUÁNFÈN -Minsung (Mpreg)-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin