ᥫ᭡ 35- Don Getir

53 8 3
                                    


"Bakın, hayır memur bey ben nasıl yaparım böyle birşeyi!"
"Dinleyin beni bir vallahi suçum yok!?"
"Çıkartın evde çoluk çocuk aç bekliyor gözünüzün yağını yiyeyim yaa!"
Beyaz parmaklıkların arkasından bağırırken hiç birinin beni takmamasına ve masa üstünde işlerine devam etmelerini izliyordum. Hiç insafa da gelmiyorlardı, sesim heryeri inletirken artık derin bir nefes vererek oturdum yerimde. Ellerim demirleri sarmış ve başımı da onlara dayamışken yerle bakışarak hayatı sorguluyordum.

"O kadar cinayet işleyeyim, hiç kanıt bulamayın. Şimdi sırf Chan'ı öldürdüm diye gelip mapuslara tıkın.."

Fakat omuzumda birinin sert nefesini duyduğumda yerimden sıçrayarak masum bir yüz ifadesiyle önüme dönmüştüm, bir polis memuru bağcılar kekosu gibi oturmuş beni dikizliyordu.
"Bir şey mi dediniz genç efendi?"
"Yok be ne diyeceğim.."
"Peki o zaman.." yine dert bir ifadeyle tıpkı beni yiyecekmiş gibi ayağa kalkarak eliyle kapının önünde duran bir siyahlıya gelmesini söyleyen bir işaret yapmıştı. Adam da eğilerek hızlıca onun yanına gelmiş, utangaç bir ifadeyle durmuştu polisin  yanında.

Tanıyordum ben bu oğlanı.

Yüzü hafif tombul, saçları siyah uzun ve dalgalı, kısa ama kasları olduğu belli olan ayrıca kalın çerçeveli gözlük takan bir oğlan. Polis göz temasını benden çekerek ona döndüğünde utangaç ifadesi anında bozulmuştu.
"Bu muydu Changbin-shi?"
"Evet, bu! Onu öldüren bu!"
Orada ne döndüğünü anlamasam da bu çocuğun bana bir kastı olduğu çok belli oluyordu, kesinlikle!

Gözüm onu kesinlikle biryerlerden ısırıyordu, görmüştüm en az bir kere yüzünü ve bu kadar masum değildi o zaman.

İkisi aralarında konuşurken aniden beni suçlamasına göz yummayarak değişen ses tonumla bağırmaya başlamıştım elimi dayılanır gibi havaya kaldırırken.
"Ne alaka ya! Polis bey ben tanımıyorum bu şahsiyeti!"
"Kimi öldürmüşüm ben, ha!? Neden öldüreyim onu!"
Bana asla bakmıyorlardı, sanki görünmez gibiydim ya da sesim duyulmuyordu.
"Ya ben yakın arkadaşımı öldürecek kadar manyak değilim off!" Tam bağırmayı kesmiş masum bir ses tonuyla onlara seslenmeye çalışıyordum ki içimdeki son umut ışığını da bana dönmeleri canlandırmıştı.

Dikkatlerini çekmeyi başarmıştım, kısa olan adamın kafası çok karışmış gibiydi ve polis memuru da onu bırakarak tekrar eğilmişti yüz hizama.
"Yakın arkadaş mı?"
"Bang Chan'la çok yakındık, yani benden yaşça büyüktü. O zamanlar lisenin başıydı, o ise neredeyse üniveristeden tecrübe edinmişti. Abi kardeş gibiydik, ne ihtiyacım varsa ona sorardım. Neden onu öldüreyim ki?"
"Bay Han, sadece ortadan nasıl kaybolduğunu anlatın."
"Bir gün bir kitapçının önünde kavga ettik, tartıştık daha doğrusu. Sonra sinirlenip orayı terketti ve ben de ondan azar yediğim için çok üzülmüştüm. Akşam eve gidip ona mesaj attım ama bakmadı, endişe edip onu aramaya çıktığımda evden ayrılmıştım."
Ne kadar güzel yalan uyduruyordum ben ya?

Aslında Bang Chan ile bir çatışma yaşamıştık o gün ve ben bunu yedirememiştim gururuma. O sandığım kadar iyi birisi değildi, bunu öğrenmiştim.

Komiser iç çekerek yerinden kalktığında ve yanındaki siyahlara bürünmüş 'Changbin' denen adamla gittiğinde memnun yüz ifadem silinerek bağırmaya başladım tekrar acınası bir ifadeyle.
"Bekle! Çıkartacaksınız beni, değil mi!?"
Fakat bağırmamı kesen şey başımın arkasına sertçe bir yumak yememdi, yüzüm ekşirken elimle başımın arkasını tutmuş ve dönmüştüm duvar tarafına.
"Ne yapıyorsun be!?"
"Kes sesini Jisung, sabahtan beri başımı şişirdin uyuyamıyorum."
"Karakoldayız gerizekalı, sanki evi ya!" Gri uzun saçlı adam göz devirerek sırtını duvara yaslamışken bana dil çıkartmıştı, bense o telaşlı ifademi bırakarak merakla yaklaştım ona.

"Yalnız Hyunjin, senin mesele neydi? Niye sürekli karşılaşıyoruz biz?"
"Ben mi?"
"Evet?"
"Sokakta bir adamı dövdüm de.." sesi utangaç çıkıyordu ve eliyle ensesini kaşıyıp masum olduğunu düşündüğü bir şekilde gülmeye çalışıyordu.
"Hayırdır ne oldu?"
"Felix'e yavşıyordu da.." en sonunda sesi oldukça kısık çıkmıştı, ama o bir adamı dövmeyi deneyecek kadar soğukkanlı olamazdı.

Kesin Felix'e bir adam yavşarken o kucağında taşıdığı bebeği onun eline teslim etmiş ve gururunda taşıdığı 63 madalyayla tekvando yaparak adamı haşat etmişti, bebeği rahat bir ifadeyle Hyunjin'den aldığında Hyunjin de gaza gelip korkuyla bağırarak haşat olan adama tekme atmıştı. Kesin böyle olmuştu bu.

"Senin yerine Felix'i alsalardı ya."
"Çoluklu çocuklu adam, sence onu buraya sokar mıydım?"
"Anlıyorum çok büyük bir yüreğin var.." aniden gülen yüz ifademi değiştirip sinirimi ortaya çıkarttığımda ve bağırdığımda korkarak geri çekilmişti ters ters bakarak.
"Ben neyim lan enayi mi!? Benim yok mu çoluğum çocuğum!"
O da değişen ses tonuyla bağırdı yanık bir şekilde.
"Onu da kocana sor be banane! Al işte geldi zaten git sor!"
Tek kaşım havada ev ağası gibi oturduğum yerden kıçımı kaldırarak döndüğümde çok güzel bir melek düşmüştü buraya.

Elinde bebekle bekliyordu bana güzel bakışlar yerine yan bakışlar atan adam, mutlulukla yaklaşarak baktım ona. Benim ona yanaştığımı görünce hınzır bir şekilde gülüp yaklaşmıştı demirlere, tam gözlerimi dudağında gezdiriyordum ki dışarı çıkardığım elimle anında tokat attım suratına.
"Ananı avradını!?-"
Çocuk yanağını tutarken çatık kaşlarla yüzüne bakıyordum.
"Gerizekalı!"
"Ne var ya!?"
"Buralara düşmeme göz mü yumuyorsun sen?"
"Sen çocuğa bakmayı beceremezsin diye şey etmiştim, yani eksikligim çok belli olurdu çok üzülüp sütten falan kesilirdin sonra!" Keloğlan kahkahasıyla bütün sesini ortamda duyuran Minho'ya karşı yüzüm kızarıyordu yine.

"Kes lan dalgayı. Ne sütü!, Onu bunu bırak sen don getir bana."
"Tamam hallederiz."
Minho'nun kucağındaki bebek sese karşı hassasiyet duymuş olmalı ki birden çığlık atmaya başlamıştı, bürodaki herkes buraya garip garip bakarken ikimizin yüzünü endişeli bir ifade kaplamıştı.
"Ne yapacağım lan!?" Minho telaşla ayağa kalktı ve Mevlana gibi etrafında dönmeye başladı, polis memurları ise şaşkın ve donuk bir yüz ifadesiyle bu sahneyi izliyordu.
"Mal! Ne dönüyorsün!? Salla bebeği salla!"
Minho dediğime uyup kucağında onu sallamaya başladığında bebek susmak yerine daha çok ağlamıştı.

Kaos hakimdi burada..

"Allah belanı vermesin midesini bulandırdın kesin napıyorsun!?"
"Al sen bak o zaman!"
"Aptal mısın Minho demirlerden nasıl geçireceksin çocuğu!?"
"Ne bileyim!"
Elimi alnıma vururken aniden ortam sessizleşmişti ve merakla ne olduğunu anlamak için beklemiştim. Herkes nefesini tutmuş beklerken Minho sessiz ortamda endişeli ses tonuyla ve durgun, şaşkın bir yüzle konuştuğunda kaşlarım çatıldı.
"Cafer bez getir.." iki saniye sonra da bebeğin tekrar ağlamasının peşinden bir adamın daha ağlamasını duymuştuk, Minho'ysa şaşırıp bağırarak her polisin yakasına yapışmaya başlamıştı sırayla.

Kesin işlerini bırakmak istemişlerdi böyle bir gürültünün içinde.

Arkamı döndüğümde ve gri saçlı adamın da hıçkıra hıçkıra ağladığını farkettiğimde ciddi bir yüzle baktım ona.
"Sen niye ağlıyorsun lan?"
"Çok duygulandım!.." içimden herkese sayıp sövüyordum özetle, bıkkın bir halle 'of!' çekip ellerimi kulaklarıma dayamıştım bu gürültüyü reddetmek ister gibi. Sonunda bir polis memuru Minho'yla ilgilenmeyi kabul ettiğinde geriye sadece ağlayan bir adamın sesi kalmıştı, onu da başına bir tane geçirerek kesmiştim.

Deminki dobra polis memuru yine odaya girmiş ve oluşan kaostan bir haber yanıma yaklaşmıştı, adımları beni bulurken düzelttim duruşumu.
"Ne olacak? Burada mıyım? Cezaevine mi gidiyorum? İdam mı edeceksiniz?"
"Ah..kanıt yetersizliliğinden bir kaç saate serbest kalacaksınız Han-shi"
Ben mutlulukla yerimde küçük çocuklar gibi el çırparken gözüme cama yaslanmış olan o siyahlı takılmıştı. Adam oldukça sinirli gözüküyordu ve geçen seferki gibi maskesi olmadığından dişini sıktığını görebiliyordum, yumruğunu olduğunca sıkıyordu gözünü bana dikmişken..

Devam edecek...

(Gençler daha xoook olay var hikayeyi sizi bunaltacak kadar uzatmamayi düşünüyorum ama hayirlsiiu.
Yani yazacak bir kaç şeyim kaldı sadece, heyecanliyim✌🏻💨)


缘分: YUÁNFÈN -Minsung (Mpreg)-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin