ᥫ᭡. 2- Kamp

373 46 16
                                    


Üzerimde siyah, öncekinden oldukça büyük olan bir çantayla sınıfın içinde geziniyordum. İlk defa okula bu kadar erken gelmiştim ve kimseler yoktu, kimseler ses çıkartıp gürültü yapmıyordu ki bu boş koridorlarda sadece kendim kalıyordum. Hava fazlaca güneşliydi, bu benim için bir felakete işaretti. Üzerimde siyah bir sweatshirt vardı ve rahat bir eşofman giyip gelmiştim, hoca kıyafetlerimiz hakkında konuşmasa bile böyle şeylere genelde okul kıyafeti ile gelinirdi. Ben istisna oldum bu sefer.
Çantama yönelerek içinden bir test kitabı çıkarttım; zorluk seviyesi fazlaca olan bir Fizik kitabı.
"Her zaman ki formüller.."
Kalemle her şıkkın üzerini çizip kağıdı karalarken kararlı ve odaklanmıştım. Kalem kağıdın üzerinde yağ gibi akıp gidiyor, belli daireler çiziyordu, aniden ucunun kırılmasıyla irkildim. Onu yerine koyup bir süre bekledim fakat bu sefer teste bakmamı kesen şey bir çocuğun sesiydi.
"Zeki şey, bana öğret diyorum öğretmiyorsun."
"Öğretsem bile beynin almıyor Minho."
"Heh, kim bilir ne kadar kopya çektin?"
"6 soruluk Fizik sınavından hiç kopya çekmedim ve konuyu sana defalarca anlatmama rağmen 30 aldın. Boşuna mı sayısal seçtin?"
"Sen kimsin de bana hesap soruyorsun Jisung, hayatım?"
"Bana öyle seslenme."
Ses tonumuz gayet sakindi hatta Minho konuşmakla meşgulken yüzüme bile bakmadan göze çarpan okul kıyafetleriyle sırasına oturmuştu. Ben de testle meşguldum hala, fakat bu sefer kemikli elini kitabın üzerine koyup onu kapatmama zorlayınca yüzüne bakmak zorunda kaldım.

Gözlerimde soğukluk vardı ona bakarken bile, en yakın arkadaşımdı o benim. Sonunda sınıfımız öğrencilerle dolmaya başlayınca Minho önümdeki sıradan kalkıp kendi sırasına geçmiş ve dikkatimi dağıtmayı kesmişti. Bu adamın çene ve yüz hatları çok belliydi, boynu o kadar pürüzsüz ve inceydi ki her an saldıracakmış gibi hissediyordum.
Onun kanı beni harekete geçirebilecek kadar deli akıyordu bana. İşime bakıp hocayı beklediğimde Bay Yang'ın çok da geç kalmadığını farkettim ve mutlulukla içeri daldı sabahın o sakin 7'sinde. Kuş sesleri ve sınıf fısıltılarından başka onun sesi çalınıyordu kulağımızda.
"Çocuklar, hazırsanız yola çıkalım! Aşağıdakilerden otobüse yavaş yavaş geçin."
Herkes gidip en sona Minho ile ben kaldığımızda gülerek kolunu omuzuma attı ve benimle yürümeye başladı. O psikolog olmak istiyordu, gelecekte en iyi psikolog olmayı planlıyordu. Buna rağmen neden sayısal seçmişti emin değildim, ama aklımda dolanan tek bir şey vardı; belki beni görmek için hayalinden vazgeçmiştir?..

Otobüse dolduğumuzda bir anlığına yanımda oturan mor saçlı mutlu adama baktım. Daha sonra gözlerim yavaşça kapanmıştı ve ben karanlığın içine gömülmüştüm vücudum titrerken. Sonunda kulağıma gelen mutlu fısıltılar da sönüp gittiğinde sadece su sesi duyuyordum, zihnimde bir banyo canlanıyordu. Küvete doldurulan su kırmızıya boyanmışken içindeki metalleri yıkıyordum ki kulağımı delen keskin bıçak seslerini tanıdık başka bir ses böldü.
"Jisuung! Geldik lan kalksana."
Kırpıştırarak açtığım gözlerimi Minho esir alıyordu tam şuanda.
"Olum nasıl uyudun iki dakikada, kalk da gidelim bir tek biz kaldık."
Dediğine uyup hocamızın da takibiyle ormanın içindeki yere yerleştik.

Burası dışarıdan ağaçları ve yeşilliği gösteriyordu, tamamen tahtadan yapılmıştı ama yine de dayanıklı gibiydi. En aşağıda açık mutfak tarzı bir yer bulunuyordu, onun yanındaki küçük kulübe gibi yerde de yatacak odalarımız. Bazı kızların iğrenerek sıkışık tahta duvarlara laf ettiğini görsem de ben oldukça rahattım, bu benim için yeni bir şey değildi sonuçta. Orman, yer yatağı..

Bir odada dört tane ranza bulunuyordu, en köşedeki ve alttaki ranzayı seçerek çantamı yorganların altına iyi sakladım. Dışarıda yemek hazırlamalıydık...
..."Jisung sınıfımızın gözdesi!"
Herkesin iltifatına karşılık verirken geniş masada sofra kurmuştuk ve hem yemek yiyor hem konuşuyorduk saat akşamı bulmuştu neredeyse.
"Bence bu hepimize iyi gelecek."
"Ne iyisi ya böcekten korkarım ben!"
Kızın üzgün ifadesini cevaplarken herkes sus pus oldu.
"Sen insanlardan kork Minji, dua et katile falan rastlamıyorsunuz. Kaç insan buralarda kurban gitti sen biliyor musun? Korkunç! Saat de oldukça geçti.."
"Sen nereden biliyorsun ki?"
Şüpheci bir soruya karşı duraksadım ve kutu içeceği ağzıma götürmek üzere olan elim havada kaldı. Bir yudum aldıktan sonra gülerek sınıf arkadaşıma cevap verdim.
"Haberleri okuyorum."
Sanırım herkes bu yemekten nasibini almıştı. O yüzden hepimiz odalarımıza dağıldık.

Uyumadım, telefonum yanımdaki komidinde duruken son kez saate baktım sakinlikle; 02:10
Yorganımı üzerimden sakince çektim, o gözlerden ırak ettiğim ve canım pahasına koruduğum çantamı çıkartarak yatağıma koydum. İçeriden test kitaplarının arkasındaki bölmeye elimi attığımda keskin ve sert bir şey değdi parmağıma, onu dikkatlice çıkarttığımda metal yüzeyi adeta parlıyordu. Büyük çantanın içinden siyah bir şapka ve maske çıkartıp kendimi gizledim, bu sayede elimdeki keskin bıçak da bileğime çok yakışmıştı. O kadar büyük bir şey değildi, hatta çakı denecek kadar vardı sadece..

Ama iş görürdü.

Herkesin uyuduğu huzur dolu kulübeden tehlike olarak çıktığımda ve ormanın karanlık havasına dehşet kokusu yaydığımda beklediğim gibi, bir adam yıldızsız gecenin karanlığında sigarayla meşgul oluyordu. Yavaşça yanına gittim, o etrafı izlerken aniden yakasına yapışıp boşta kalan elimle ağzını kapattım. Ses çıkartmıyor, çırpınıyor ve elindeki sigarayla benim elime sarılmaya çalışıyordu. Fakat onun için artık çok geçti, kırmızı sıvı boğazından firar edip heryeri kirlettiğinde ve üzerime sıçradığında hareketi kesti, cansız. Ağaca sıçrayan kanı pek umursamadım, onu ben temizleyemezdim, doğa ana temizlerdi. Elimdeki çakı tamamen kirlendiğinde onu beyazdan kırmızı-pembeye dönen kıyafetine sürdüm, ne yazık ki kendi kıyafetlerimi temizlemek için çözümüm yoktu. Bir koşu çantama sıkıştırdığım gri desenli sweati alıp ağacın arkasında giyinerek elimde kalan kan kaplı kıyafeti ileride yaprak yığınına gömdüm.
"Kısa sürdü."
Söylenirken aceleyle durdum ve kaşlarım çatık halde korkunç bakışlarla arkamda kalan ağaca döndüm yüzümü, mor teller gözüküyordu oradan..
"Ciddi misin?.."
Yine de onunla ilgilenmedim, ne de olsa elimde daha çok akşam vardı!

Mutlulukla uyandığımda telefonumu aldım elime, arkasındaki kuru izlere parmaklarımla dokundum hafifçe ve masum bir yüzle aşağıdaki mutfağa yürüdüm. Kız grupları ayrışarak konuşuyor, erkekler şakalaşıyor ve hoca da öğrencileri izliyordu gururla. Fakat hepsinden ayrı bir çocuk kendi havasında elleri cebinde takılarak ormanın derinliklerine dalıyordu, onu yandan yandan izlesem de yanına gitmedim. İki dakika sonra da dehşetle bağıran bir erkek sesi duydum, gözlerimi yere eğerek herkes gibi sese koştum, ama ben meraklı değildim.
Hocamız önde çocuğun yanına geldiğimizde herkes şoka uğramış, titremeye başlamıştı. Bazılarının midesi bulanmıştı ve kusmuşlardı, bazıları ağlamasını tutamamıştı. Bir tek ben bayık ve koyu gözlerle bakıyordum yerde neredeyse boğazı içindeki beyaz kemiğin gözükeceği kadar kesilmiş kanlı cesete.
Minho da titriyordu ama gözlerini sürekli başka yerlere kaçırıyordu..
"Ölmüş!!"
"Dün ne oldu!?"
Kısa süre içinde polisler gelmişti, ben de kalabalığın en arkasında ne dediklerini dinliyordum. Kimliğini soruşturdular, sorular sordular onun hakkında ve en sonunda dediler ki; 'dün gece şahitlik eden birisi var mıydı?'
Herkesin arasından çıktım ve ellerim cebimde soğukkanlı gibi polisin yüzüne yürüdüm 'ben' diyerek, herkes korkmuş bakarken bir tek Minho dehşet ve üzüntü ile bakıyordu bana gözlerini açmış.
"Onu gördüm. Sigara içiyordu, lavabo için kalkmıştım ve bazı sesler duydum içerideyken ama kimin yaptığını bilmiyorum."
"Aranızdan birisi yapmış..olabilir mi?"
"Lise çağında bu yaşlarda kimse bu mükemmel geziyi mahvetmek istemez ve buna cesaret edemez diye düşünüyorum. Muhtemelen sizinkinin eseridir bu.."
Onları ikna etmiştim ve onaylar bir ifade ile arabaya binip geldikleri gibi geri dönmüşlerdi.

Sınıfımız korkuyla eski yerlerine dönerken sanki ruhlarından bir parça alınmış gibi, soluk yüzlerle ve titreyen ellerle hareket etmeyi deniyorlardı. Minho yanıma telaşla ulaştığında ve bileğimden hafifçe tutup beni yanında sürüklediğinde sanırım benimle konuşacak önemli şeyleri vardı...

Keşke bu konuşmasının en yakın arkadaşım olmasına rağmen canı pahasına olacağını düşünmeseydim.

Devam edecek...

缘分: YUÁNFÈN -Minsung (Mpreg)-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin