ᥫ᭡. 1- Firar

1K 66 71
                                    


"Oğlum!! Kalk delirtme beni!"
"Tamam bee!"
Söylene söylene kalktığımda daha gözlerimin önünü göremiyordum bile, çapaklar ve uyuşukluk yüzünden yüzüm ekşi bir ifadeye büründü. İçeriden yaşlı ve huysuz büyükannemin sesini ikinci defa duymamak için beyaz yorganımı isteksizce yanıma öteledim. Yatakta falan yatmıyordum, yerde yatıyordum; bir yer yatağında.
Orta uzunluktaki kahverengi dağınık saçlarımı düzelterek aynaya yürüdüm. Gece boyu bir oraya bir buraya döndüğüm için sevimli pijamalarım da üzerimde kırışmıştı. Uykulu bir şekilde başımı kaşıyarak bu küçücük evde mutfağa ulaşmıştım.
Kamburu çıkmış, saçları beyazlamış yaşlı kadın yer sofrasına bir kaç yiyecek koymakla uğraşıyordu. Önüme koyulan rameni gördüğüm gibi ona abanmaya çalışınca hızlıca karşıma oturup elime vurmuştu.
"Ya! Neden vuruyorsun büyükanne?"
"Saygısız çocuk!"
Bıkmış bir ifade takınarak yanımda getirdiğim siyah kılıflı telefonumu elime aldım, içeri gidecektim ki saatin sabah 8 olduğunu farketmemle dehşetle yemeğiyle meşgul olan kadına baktım.
"Büyükanne, bu saatte neden uyandırıyorsun beni!?"
"Okul var ya salak!"
Söylenip yemeğine devam ettiğinde içimdeki bütün bir korkuyla önümdeki tabağı bitirip odama ışınlanmıştım. Okul, bugün müydü!?

Üzerimde okul kıyafetlerimle süper bir hızla sokakta koştururken çıkardığım rüzgar insanların bana dönmesini sağlıyordu. Tanıdık bir marketin önünden geçtiğimde duraksayıp sakinlikle geri gittim ve oraya döndüm, yüzüme sinsi bir gülüş ekleyerek hızlıca içeri geçtim.
Sonuçta elimleki poşetle koşar adım okula gidiyordum, içindeki şeylerin erimemesi için ve derse yetişmem için de ayrı bir efor gerekiyordu.
Sonunda vardığımda güvenliğin çoktan kapıları kapattığını ve yerine geçtiğini farkettiğimde sesli bir küfür çekerek yanına koştum.
"Abi iki dakika geç kaldım bırak geçeyim ya!"
"Hadi işine kardeşim."
İşin böyle olmayacağını anladığımda yüzüme sıcak olduğunu düşündüğüm bir gülümseme yerleştirerek beyaz kalitesiz poşetten bir adet dondurma çıkardım; karpuz şeklinde dondurma!
"İster misin abicim?"
"Rüşvet demek ha!.."
"Yok ne rüşveti ya!?"
Bana ters ters baktığını gördüğümde dondurmayı hayal kırıklığı ile poşete atıp geri dönüyordum ki ileriden birisinin de benim gibi koştuğunu farkettim; Minho!

Karşımda durup soluklandığında merakla ona baktım.
"Geç kaldım."
"Biliyordum."
Yaptığını marifetmiş gibi anlatmasına karşı kaşlarımı havaya kaldırıp yan bakışlar atmıştım ona ağzımda birşeyler gevelerken, o da elimdeki poşete dikmişti gözlerini.
"Bakma şuna."
"Gel benimle."
Onu takip ettiğimde geldiğimiz yer okulun arka tarafıydı. Aval aval önümüzdeki uzun duvara bakıyordum ama Minho çantasını çıkartıp üzerindeki beyaz gömleği elime tutuşturmuştu birden.
"Ne yapıyorsun?"
"İzle!"
Yüzüme bakmadan heyecanla duvara doğru konuştuğunda birden çantasını bahçenin içine fırlatmış, kendisi de duvarın çıkıntılarını kontrol etmeye başlamıştı. Sonunda parmaklarını duvarın ucuna uzatmaya zorlayarak bir çırpıda yukarı çıkmıştı.
"Gelsene!"
"Manyak mısın!?"
"Gel dedim işte!"
Güler yüzle yüzüne yapışmış saçını umursamayarak elini bana uzattı, ben de bir tereddütle çantamı içeri gülle gibi fırlatıp onun elini sıkıca tuttum. Kolundaki damarlar çıkıyordu, elinin kemikleri belli oluyordu..
Canımı dişime takarak duvarı çıktığımda aniden dengemi kaybedip çimlerin üzerine yapışmıştım, elini tuttuğum Minho da tiz bir çığlıkla benimle birlikte yere sülük gibi yapışmıştı.
"Dişim kırıldı lan!"
"Şakanın sırası değil!"
Ayağa kalkıp çantamı aldığımda ceketini yerde yatan Minho'nun üzerine attım ama çocuk kımıldamıyordu.

Boku yedik.

Aceleyle yanına gidip onu işaret parmağımla sertçe dürtdüğümde ayağa kalkmış ve bana bakmaya başlamıştı, ben de şaşırdım çünkü cidden dişi falan kırılmıştı galiba.
"Ağzın-"
"Kan akıyor, değil mi?"
O sırada gözü benim telefonuma kaydığında kaşlarının çatıldığını farkettim. Endişeyle koşarak çantamdan fırlayan, siyah kılıflı telefonumu alıp arkama sakladım.
"Ne saklıyorsun?"
"Hiçbir şey."
"O kan kurusu muydu Jisung?"
"Kan mı? Hayır."
Soğukkanlı bir şekilde cevap verdiğimde dudağına baktım, tamamen parlak ve koyu bir kırmızıya bulanmıştı. Öyle ki yanıma geldiğinde rahatsız edici bir şekilde sırıttığımı yeni anlamıştım.
"Neden gülüyorsun, komik mi geldi?"
"Hayır, özür dilerim."
Sert bir tonla cevap verip arkamı döndüğümde ve onu geride bıraktığımda yüzümdeki gülümseme saniyesinde silinmişti. Elimdeki telefonun kılığına baktım açık havada ve iç geçirdim..
"Ah, siyah olduğu için farkedilmeyeceğini sanmıştım.."
Giderken en önemli şeyi orada unuttuğumu farkedip duraksadım, Minho'yu kontrol etmek için kolumdan yere düşürdüğüm siyah çantam.

Geri döndüğümde onu kurcalıyordu ve hızla dişlerimi sıkarak yanına koştum, bir çırpıda çantamı elinden almamla korkup bana dönmüştü. Hem meraklı hem de sinirli gözüküyordu..
"Çantamı karıştırma!"
"Garip davranma."
"Asıl garip olan sensin Lee Minho."
"Seni anlamıyorum Han Jisung, ne zaman damarına bassam düşmanımmış gibi konuşuyorsun. Özellikle, ne zaman çantanda gizli bir bölmede çakı taşır oldun?"
Son cümlesini duyduktan sonra sinirlerim bozulduğu ve verecek cevap bulamadığım için istemsizce gülmüştüm ona, gözlerim fal taşı gibi açık ve endişeliyken. Kısa sürede çantamla beraber onun yanından gitmiş ve okulun içerisine yürümüştüm, kapıdan girecekken arkamı dönüp ona baktım mutsuz bir ifadeyle. Eliyle ağzındaki kanı silmey çalışıyor ama peçetesi olmadığı için bir türlü bunu durduramıyordu, iç çektim ve sınıfıma ilerledim..
Kapıyı açıp çantamı sıranın yanındaki kancaya astığımda herkesin gözü üzerimdeydi, bir sessizlik olmuştu, öğretmen de dahil.
"Jisung, hiç geç kalmazdın. Üstelik bu kadar saygısızca davranmak sana yakışıyor mu?"
Ah, sabahları çalışkan ve örnek bir öğrenci olduğumu unutmuştum.
"Özür dilerim Bay Yang."
Bir süre üzerimde tuttuğu gözlerini tahtaya çevirince ben de rahatlamıştım ama bir şey sinir ediyordu sanki beni.

Huzursuz oluyordum.

Tam bu hisleri tanımlamaya çalışırken kapı gürültüyle açıldı, hepimiz hatta ben de dahil merakla oraya dönmemizle dehşetle nefes alan bir çocuk gördüm. Sırtındaki çanta düzgün değildi ve kıyafetleri darmadağındı, saçları da ona ait değilmiş gibi birbirine girmişti. Ağzından sürekli kan akıyordu ve dudaklarındaki kırmızı leke kurumuştu. Kimse ona bir şey soramazken hocanın endişe dolu sesini duyduğumda öylece bakıyordum çocuğun yüzüne.
"Bu hal ne Minho?!"
"Yok bir şey, yerime geçeyim."
"Revire git!"
Minho'nun hocaya cevap vermediğini farkettim ama aynı zamanda içinden küfür de yağdırıyordu. İnsanların ona bakmayı kesmeyeceğini gördüğümde büyük bir nefes vererek ayaklandım ve Minho oturmadan kolundan yakaladım onu.
"Onu götürebilirim Bay Yang."
Cevap vermesini bile beklemeden gelmek istemeyen çocuğu sürükledim peşimde sınıf kapısını kapatan kadar, sonunda bir gölgenin bile geçmediği sessiz koridorun ortasındaydık.
Rahat bir nefes alacakken aniden kulaklarımı okulun o tiz, rahatsız edici sesi kapladı. Bu sayede de bütün öğrenciler içeriden firar etmiş oluyor, bizi kalabalığın ortasında bırakıyorlardı.

Kalabalıktan nefret ederdim.

Gitgide bana yaklaşan bir üçlü grup gördüğümde bayık bir suratla sadece gelmelerini bekledim. Birisi saçlarına her zaman özen gösterirdi ve onu genelde gözünün altındaki benden tanırdım; Oh Ji-wook.
Diğeri kolunu onun omuzuna atmıştı ve görülmeye değer bir tipi olmasa da kısa saçlarının oldukça dalgalı olmasıyla tatlı gözüküyordu; Park Eun-Ho.
Onun yanındaki uzun, hiçbir şeyi umursamaz gibi gözüken çocuk ise maskeyle geziyordu genelde; Yang Da-Young.
Karşıma gelip bana güldüklerinde Minho'yu bırakarak sınıftan aldığım beyaz poşeti getirdim, içeriden üç dondurma çıkartıp hepsine dağıttığımda ve sonuncusunu da kendime aldığımda Minho'nun kedi gözleriyle sessizce beklediğini gördüm.
"Bana yok mu?"
"Sana sonra daha güzelini alırım."
Bakmasını sürdürdüğünde göz devirip elimdeki yarısı yenmiş karpuz şeklinde dondurmayı onun eline bıraktım. Artık mutluydu sanırım, ama gözlerim açık biçimde tekrar ona döndüm durması için.
"Dur! Ağzındaki kanla onu nasıl yiyeceksin acaba?!"
Diğerlerinin yanından ayrılıp onu revire sürükledim, zorla götürüyordum çocuğu resmen!

O revirden çıkmışken sonunda kanamasını durdurabilmiştik, zil de erken çalmıştı. Sıramızda otururken önümdeki test kitabını karalıyordum; neredeyse çözülen soruların hepsinin doğru çıktığı kitabı. Bay Yang içeri girdiğinde oturduğum sırada kendimi toparladım, o da ders anlatmak yerine duyuru yapmaya başlamıştı.
"Çocuklar, bu yıl çok çalıştığınız ve zorlandığınız için müdür bir gezi düzenlememiz gerektiğini söyledi. Sınıfça sizi kamp yapmaya götürebileceğimi teklif ettim, kabul ederseniz yarın sabah bir ormana doğru yola çıkacağız. Ormanda kalacak bir yer ve odalarınız bulunuyor. Sabah sınıfta olun, sizi alacağım."
Göz devirmek istedim ama yapamadım çünkü sınıfın en örnek öğrencisi olarak biliniyordum.

Sinir bozucuydu.

Ama aklıma harika bir fikir gelince gülümsedim ve iç geçirdim.
"Yarın bir fırsatım olacak.."

Devam edecek...

(Selam, yeni bir kitap yazmak istedim. Şans eseri aklıma böyle bir konu geldi, ileriki bölümlerde daha da açmayı düşünüyorum.

Destek verinn!! <33)

缘分: YUÁNFÈN -Minsung (Mpreg)-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin