Bölüm 10

45.3K 3.1K 145
                                    

Yeni bir bölümde merhabalar. İstanbuldayım ve bilgisayar olmadığından bölümü telefondan atıyorum. Gözümden kaçan bir yanlış görürseniz belirtin lütfen hemen düzeltirim. İyi okumalar...
Son olarak bölümü her yorumda yüzümü güldüren #dilrup arkadaşıma ithaf ediyordum. Seviliyorsunuz :)
Medya Alex
***
Ne Alex'in sinirli kükremeleri, ne acı dolu homurtular ne ayaklarımın dibine düşen asker...
Hiç biri umrumda değildi. Sadece az önce bana öleceğimi söyleyen adamın gözlerine soğuk bir ifadesizlikle bakıyordum. Donmuş kalmıştım. Bunların hepsi korkunç bir şaka olmalı. Evet...evet kesinlikle şaka olmalıydı. Bunu ben haketmiyordum buraya kendi isteğimle gelmemiştim.Beni bu adam yaptığı lanet bir büyüyle kendi elleriyle buraya getirmişti. Hem de olabilecek en kötü zamanlama da!. Şimdi de karşıma geçmiş beni idam edeceklerini söylüyordu.
"Neden?" diye sordum gözlerimi bir an gözlerinden ayırmadan her tepkisini gözetimime almıştım. Bir acı geçer gibi oldu gözlerinden bir pişmanlık...
"Taşıdığın güç çok fazla hepimizi riske ediyorsun. Kontrol edemiyorsun her an birinin hayatını tehdit ediyorsun. Üstelik gücünün daha çok ufak bir kısmını bile kullanmamışken..."
"Hybrit'i etkisiz hale getirebilmek için bu güce ihtiyacınız ol... Alex!"
Adamın ellerini iki yana açarak sanki bedeninden çıkan görünmez bir kalkanı yönlendiriyormuş gibi savurmasıyla Alex, Zake, Xavier ve diğerleri duvara savrulup yan yana havada asılı kalmışlardı. Adamdan yayılan dalga dalga güç koca salonun her bir santimin de yayılarak havayı ağırlaştırıyor ve tekrar üzerimize yağıyordu.
Beni kurtarmak için çabalayan koca adamların hepsi duvara yapışmış çaresizce onları iten görünmez kalkandan kurtulmak için çabalıyorlardı. Bütün salona yayılan sessizlikten Edgar'ın adamların ağızlarınıda mühürlediğini anladım. Şimdi odada herhangi bir şekilde nefes seslerinden başka ses gelmiyordu. Herkes dikkat kesilmiş bizi dinliyordu.
"Hala ihtiyacımız var..." diye devam etti sessizliği sağlayan Lord Edgar. "Ama bu güç çok fazla. Hybrit'in karanlığından kurtulayım derken daha kötü bir bela saramam insanların başına. O güç yok olmalı"
"O güçle beraber beni de yok edeceksin."
"Maalesef ..."
"Beni sen getirdin" dedim öfkenin kızgın alevini damarlarımda hissederken.
"Üzgünüm" Gerçekten üzgün görünüyordu ama bu benim öleceğim gerçeğini değiştirmiyordu. Bu kadar kolay olamazdı.
"Beni düşüncesizce kendi dünyamdan kopardın. Şimdi de karşıma geçmiş 'kusura bakma ben senin bu kadar güçlü olacağını düşünmemiştim ve şimdi seni öldürmem gerekiyor' diyorsun. Bu çok saçma beni geri gönder böylece bağ da kopar" buraya geldiğimde harekete geçen güçlerim Alexle aramızdaki bağ koparsa tekrar etkisiz hale gelebilirdi.
"Yapamam. Bu riski göze alamam. Durdurulman gerek.Gerçekten üzgünüm kızım..."
"Bana üzgünüm deme!" diye sözünü kestim tüm hiddetimle. Göğsüme kordan bir demir saplanmış gibi nefesim kesiliyor gözlerim kararıyordu. Kulaklarımda acı veren bir çınlama baş göstermişti. Kendi sesimi tanımakta zorlandım bir an. Oldukça uzaktan ve derinden geliyordu. Ya bayılacaktım ya da tekrar kontrolümü kaybetmek üzereydim.
"Hemen sakinleşmezsen arkadaşların ölür"
Arkamdan gelen öfkeli sesle o tarafa döndüğümde, öfke yerini bedenime koca bir dalga gibi çarpan korkuya bıraktı.Seth, duvara yapışmış ve kıpırdayamayan Alex'in boynuna kocaman kılıcını doğrultmuş gözlerimin içine bakıyordu. Yüzü gözü kan içinde olan Alex'i görünce yüreğim hissettiğim acıyla sıkıştı. Ona bir zarar gelmesine izin veremezdim ne ona ne de diğerlerine... Anlaşılan ben bu savaşı en başında kaybetmiştim.
"Sa..kın git..." diye zar zor hırıltılı bir şekilde konuştu Alex. Ne kadar zorlandığını, üzerindeki güçten sıyrılmak için nasıl savaştığını görebiliyordum. Ama savaştıkça kendine zarar veriyordu. Burnundan kulaklarından ve ağzının kenarından akan kanla bunu anlayabiliyordum. Gözleri birer kan çanağına dönmüştü. Hiç birinin durumu iyi gözükmüyordu.
Yapamazdım onları ölüme terk edemezdim. Tırnaklarımı avuçlarımı kanatırcarasına bastırıp derin nefesler almaya çalıştım. Şimdi kendimi kaybetmek demek bu adamın tüm sözlerini haklı çıkarmak demekti. Tekrar adama dönüp tiksintiyle devam ettim.
"Senin üzgün olman hiç bir şeyi değiştirmiyor. Beni binlerce yıl öteden bu cehenneme getirdin.Hiç kimse arkamda ne bıraktığımı sorma nezaketinde bile bulunmadı. Ben bir düzine katille kız kardeşimi yapayalnız bıraktım. Senin yüzünden! Yaşıyor mu, acı mı çekiyor, işkence mi ediyorlar hiç bir fikrim yok. Ve sen beni tek ailemden ayırıp bu cehenneme tıktın. Hayatımı mahvettiğin yetmiyor gibi şimdi de ölmem gerektiğini söylüyorsun öyle mi?" boş gözlerle bana bakan adama tüm nefretim ve öfkeyle bakıyordum.
"Buna mecburum. Karar alındı sana ne söylersem az gelecek anlamıyacaksın biliyorum. Ama bu hepimizin iyiliği için"
"HEPİNİZİN CANI CEHENNEME..." diye bağırdım dayanamayarak.
"Bu kadar yeter küçük hanım. Seth bitir şu işi"
İş? Şimdi de bitirilmesi gereken bir iş olmuştum. Seth bana yaklaşırken başımı tahtın hemen arkasında kapının üzerindeki büyük tabloya sabitledim. Aynı şuan ki gibi bir mahkeme resmedilmişti. Tahta oturan lord Edgar'ın yüzünde kibirli ve öfkeli bir ifade vardı. Yanında Seth duruyordu ellerini yumruk yapmış her an saldırıya geçecek gibi karşısındaki adama bakıyordu. Gri gözlerinde çakan kıvılcımlar resimde bile belli oluyordu. Salon çok kalabalıktı. Yaklaşık bütün sefriymler ellerini yumruk yapıp havaya kaldırmış alınan kararı desteklediklerini belli ediyorlardı. Yargılanan adam arkası dönük bir şekilde resmedilmişti. Uzun sarı saçları serbestçe omuzlarından dökülüyordu. Arkası dönük olsada dik duran başından ve duruşundan herkese meydan okuduğu her halinden belliydi. Arkasında ellerinde kocaman bir kılıç tutan asker emri uygulamaya hazır bir şekilde bekliyordu. Adam gayet onurlu bir şekilde ölümünü bekliyordu.

Gelecekten GelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin