Medya: Zake iyi okumalar :)
***
"İyi misin Ang?"
Geniş pencere pervazına ayaklarımı uzatarak oturmuş dalgınca manzarayı izliyordum. Burası harikaydı! Cennetten düşmüş bir parçaydı adeta. Denizin üzerindeki ayın yansıttığı ışıl ışıl yakamozlar, durgun suyun üzerinde, bir peri gibi dans ediyordu adeta.
Ayın parıltılı ışığı odadaki meşaleler yanmasa bile rahatlıkla etrafı aydınlatacak güçteydi. Ve yıldızlar... En az ay kadar ışık saçıyorlardı çevrelerindeki lacivert geceye... O kadar yakınlardı ki elimi uzatsam tutulabilirim gibi bir his uyandırmıştı bende.
En güzelide odama kadar ulaşan dalgaların rahatlatıcı sesiydi. Kalenin surlarına vuran her bir dalga canlı bir melodi gibi ruhuma işliyor, bu emsalsiz manzarayla birleşince tadına doyulmaz güzellikte bir ahenk oluşturuyordu.
"Huzur verici değil mi? Yaşadığın onca kötü olaydan sonra yorulmuş olmalısın."
Gözlerimi huzurun diğer adı olan manzaradan ayırıp yanı başımda omzunu pencere kenarına dayayarak dikilen kıza döndüm. Gözlerinde samimi bir endişeyle bana bakıyordu. Gerçekten ne durumda olduğumu merak ediyor olmalıydı.
Ne durumda olabilirdim ki? Kendi zamanından binlerce yıl geriye gelmiş, hiç tanımadığı bir dünyada kalıp savaşmaya zorlanmıştım. Kardeşimin ne halde olduğunu bilmiyordum. Peşimde iğrenç bir yaratık ordusu vardı. Kontrol edemediğim güçlerim olur olmaz ortalığa çıkıp yakıp geçiyordu. Her an beni idam etmeye hazır bir Sefriym ordusu tarafından takip altındaydım. Ve, ya kıyamete ya da selamete ulaştıracak bir ritüelin baş kahramanıydım...
Size de bomba gibi bir hayatım varmış gibi geldi mi?
Hepsi bir yana beni asıl yıkan Alex ve Zake'in davranışı olmuştu. Her şeye güçlü bir şekilde göğüs gerdiğimi düşünmüştüm halbuki. Yanılmışım...
Bunu ne kaleye gelirken ne de gece yarısına doğru kaleye girdiğimizde yüzüme dahi bakmayan iki adamdan anlamıştım. Ben aslında o kadar güçlü değildim. Ben aslında en başından beri kafese tıkılmış bir kuştan farksızdım. Boş yere kanat çırpıp kendi canımı acıtmıştım. Omuzlarıma yükledikleri bunca sorumluluktan sonra anlayışsızca bana sırt çevirmeleri kendime kurduğum tüm savunma kalkanlarımı yerle bir etmişti.
Göğsümü sıkıştırarak nefes almamı güçleştiren görünmez ağırlığı yok saymak hiç kolay olmuyordu. Nina'nın hala bana endişeyle baktığını görünce konuşabilmek için bir kaç kez yutkunmak zorunda kalmıştım.
"Çok yoruldum evet..." Hem ruhen hem bedenen...
"İzin verirsen Nina...biraz uyumak istiyorum"
"Tabi Ang... Sabah görüşürüz. İyi uykular" Elini okşar gibi hafifçe omzuma dokundurup kapıya yönelen kızın arkasından tuttuğum nefesimi bırakarak perdeyi kapadım ve yatağıma geçip uzandım. Bedenim ve ruhumun da verdiği ağırlıkla kendimi uykunun bilinçsiz ağırlığına bırakmam hiç de zor olmamıştı.
Beni neyin uyandırdığını bilmiyorum ama huzursuzca sıçradığım uykudan odağını bulamayan gözlerim tekrar kapanmaya başlarken sol tarafımda hissettiğim kıpırtıyla sinirle mırıldandım.
"Gece gece ne istiyorsun Nina. Hormonların tavan yaptıysa yanlış odadasın canım"
"Kesinlikle hormonları tavan yapmış bir kadın değilim"
"Ayy!!" duyduğum erkek sesiyle çığlık atarak kurtulamadığım çarşafla birlikte sırt üstü yataktan yere yuvarlandım. Ağrıyan sırtımla acıyla inlerken yatağın kenarından başını sarkıtmış Zake'in sırıtan yüzüyle karşılaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gelecekten Gelen
Fantasy21. yy'da sakin bir hayat yaşayan Ang binlerce yıllık efsunlu bir tılsımın başına bu kadar bela açacağını hiç düşünmemişti. Tılsıma temas ettiği an sonsuz bir alevin içine yerleşerek onu zamanda binlerce yıl geriye savurmasıyla kendini, nefesini kes...