Oldukça sert ama sıcaklığı beni bir bulutun üstündeymiş gibi saran bir yerde yatıyordum. Sanki tonlarca yük göz kapağıma bindirilmiş gibi gözlerimi açmakta çok zorlanıyordum. Beynimde hala kafama vuruyorlarmış gibi güm güm sesler geliyordu. Alnımda hissettiğim sıcaklıkla gözlerimi açmaktan vazgeçip beni saran sıcaklığa iyice sokuldum. Çok güzel bir huzur ve güven duygusu içindeydim. Öyle ki bu sıcaklık içime işleyip bende hiç uyanmama ve sonsuza kadar bu güvenliğin sağladığı huzurda kaybolma isteği uyandırıyordu. Sıcak battaniyem de benim bu ihtiyacımı hissetmiş olacak ki beni sıkıca sardı ve gür, erkeksi sesiyle içime bir sıcaklık yayılmasına sebep oldu.
"İyi misin meleğim?"
Bir dakika! Bu battaniye aynı Alex gibi konuşuyor. Aynı boğuk ve güçlü sesi tanımamama imkân yok. Zaten battaniyenin konuşmasına değil de Alex gibi konuşmasına şaşırmam bana vuran adamın sağlam bir darbe indirdiğinin kanıtı olmalıydı. Kalbim hızlanırken panikle gözlerimi açtığımda karşılaştığım derin mavilikler gerçeği suratıma haykırıyordu. Alex sırtını duvara dayayarak yere oturmuş beni kucağında kollarıyla sarıp geniş göğsünün korumasına almıştı. Bir eli ensemde okşarcasına masaj yapıyor, parmakları elektrik yüklüymüşçesine içime titreşimler yolluyordu. Şükürler olsun ki üzerinde bir gömlek vardı. Yoksa kalp krizi geçireceğim gerçeği tartışma götürmezdi. Fark ettiğim bir diğer gerçekte beynimde gümbürdeyen sesin tam onun kalbinden geldiğiydi.
Kendimi zorlukla gözlerinden ayırıp etrafıma bakındım. İki tane duvara asılı içeriyi zar zor aydınlatan meşale ile loş, rutubetli ve tamamen beton bir odadaydım. Her hangi bir yatak, şilte hiçbir şey yoktu -ki zaten bir yatağın sığabileceği büyüklükte de değildi. Boyuna oldukça yüksek olsa da, enine oldukça küçük bir odaydı. Tam karşımızda sanırım dışarıdan sürgülü demir bir kapı vardı.
Harika! Yine zindanı boylamıştım anlaşılan. Kendi dünyamda bile karakol yüzü görmeyen ben -ki emin olun o kadar masum biri değilim- beş günün iki gününü hiç suçum yokken zindanlarda geçirmiştim. Ama çok şükür ki bu sefer yalnız değildim.
Yalnızlık diyince ben hala Alex'in kucağındaydım değil mi? Hemen toparlanmaya çalışıp kalkmaya yeltendiğimde kollarını sıkılaştırıp buna engel oldu. Artık o kollardan ordu gelse alamazdı herhalde beni.
"İzin ver de kalkayım"
"Hiç sanmıyorum. Bu zindan çok soğuk tekrar üşütüp hasta olmanı istemeyiz değil mi? Ayrıca ..." diyip bir şeyi söyleyip söylememekte kararsız kalmış gibi dudağının kenarını ısırınca artık perte çıkan tüm beyin hücrelerimle zar zor "Ayrıca?" diye sormayı başardım.
"Fare var"
"Ne?" sanki fareler sesimi duyacakta saldırıya geçecekler gibi fısıldayarak konuşmuştum. Yerde olan ayaklarımı da kendime doğru çekip iyice kucağına sokuldum. Her an bir yerlerden o eciş bücüş yaratık fırlayacakmış gibi gözlerimi yerde ve her köşede gezdiriyordum. Boğuk bir kahkahayla bedenim sarsılınca ne olduğunu anlamayarak ona bakakaldım. Şuan farelerden bu denli korkmasaydım bu gülüş ufak çaplı bir kriz geçirmeme sebep olabilirdi. Tamam, ufaktan biraz daha büyükçe bir kriz...
"Neden gülüyorsun?" dedim sinirle sesimi alçak tutmaya çalışarak. Yüzündeki gülmesinin izlerinden arda kalan hoş bir tebessümle kulağıma yaklaşıp "Neden sessiz konuşuyoruz?" diye sordu.
"Fare var dedin ya... gülmeyi kes. Alex sana gülmeyi kes dedim." bana aldırmadan kahkahalarla gülmeye devam eden adamın karın boşluğuna dirseğimi geçirdim. Gülmesi öksürüğe dönüşürken bu sefer keyifle sırıtma sırası bendeydi.
"Demek kadınlar binlerce yıl sonrasında bile farelerden korkuyorlarmış" dedi bir tezini doğrulatan kanıtları bulan doktorun emin duruşuyla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gelecekten Gelen
Fantasía21. yy'da sakin bir hayat yaşayan Ang binlerce yıllık efsunlu bir tılsımın başına bu kadar bela açacağını hiç düşünmemişti. Tılsıma temas ettiği an sonsuz bir alevin içine yerleşerek onu zamanda binlerce yıl geriye savurmasıyla kendini, nefesini kes...