Yine telefondan atıyorum bölümü bir hatam olduysa affoluna. İyi okumalar :)
***
Tam öleceğimi düşünüp bildiğim bütün duaları okurken son anda tam çocuğun üstüne düşüp yaratığın ayaklarına yapıştım son kuvvet. Çocuk hala çığlık çığlığa ağlıyordu. Bir elimle fleyjinin ayağını tutarken diğer elimle de bana korkuyla sarılan çocuğu tuttum. Çok yüksekteydik. Bu mesafeden bizi bırakmasını sağlarsam intihardan farksız olurdu. Çaresizce ne yapacağımı düşünürken gözüm ilerdeki bir maviliğe takıldı.
Küçük bir göl... Tanrım sana şükürler olsun.
Gözümle mesafeyi kestirmeye çalışıp göle yaklaştığımızda son gücümle elimdeki oku çocuğu tutan bacağına batırdım. Yaratık bir çığlıkla bizi bıraktığında aynı anda attığım çığlıkla iki elimle çocuğa sıkıca sarıldım.
Şükürler olsun ki su gayet sakin ve durgundu. Kendimi toparlar toparlamaz tek kolumla hemen kıyıya yüzüp sudan çıktım. Hâlâ titreyerek boynuma sıkıca sarılmış olan çocuğun yara alıp almadığını kontrol etmek için kendimden uzaklaştırmaya çalıştığımda sıkıca boynuma sarıldı. Beni bırakmayınca el yordamıyla küçük bedenini yokladım. Her hangi bir sorun olmadığını anladığımda rahat bir nefes alarak sırt üstü kendimi yere bırakıp onu göğsüme bastırdım. Islak güneş sarısı saçlarına bir öpücük kondurup titreyen bedenini sıkıca sardım.
"İyi misin küçük kız?" diye sordum titremesi azalıp sakinleşen küçük çocuğa. Hızla sarı kafasını kaldırıp küçük gri gözlerinden ateş fışkırırcasına bana bakmasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Birden tüm ağırlığıyla karnıma ve yanıma basarak kucağımdan kalkınca inleyip iki büklüm oldum. Çok canımı yakmıştı.
"Ben kız değilim. Ben eykeğim eykek!!! Gömüyoo musun?" dedi küçük öfke topu elleri belinde.
"Nereden bileyim çocuğum... Açıp bakmadım ya cinsiyetine." dedim bende sesimi sakin tutmaya çalışarak. Ama canım çok yanıyordu. Bu kadar küçük bir çocuğun bu denli canımı yakmış olması mümkün değildi. Elimi hala sızlayan sol yanımdan çektiğimde soğuk suyun etkisiyle kıpkırmızı kesilmiş elime kan bulaştığını gördüm. Kahretsin!! Yaralanmıştım ve çocuğun darbesi de buna tuz biber olmuştu.
Bir an sonra yanağımda hissettiğim minik bir dokunuşla başımı kaldırdım. Ufaklık yaşlı gözlerle bir eli hala yanağımda bana bakıyordu. Benim buz tutmuş ellerime nazaran küçük elleri alev almışcasına sıcacıktı.
"Özüy dileyim. Canını yakmak iştememiştim. Lütfen beni bıyakma... Lütfen ölme! Yine gitme"
Karşımda yaşlar gözünden sessizce akan küçük çocuğa bakakaldım. O kadar küçük ve masumdu ki, akan yaşlardan parlayan gri gözleriyle umutla gözlerime bakıyordu. Zaten beyaz olan teni iyice beyazlamış ruh gibi olmuştu. Küçük kırmızı dudakları her an çığlık çığlığa ağlayacakmış gibi titriyordu. Üstü başı mahvolmuştu. Birbirine karışmış sarı saçları küçük omuzlarından dökülüyordu. Onun bu haline içim sızladı ve daha fazla dayanamayıp çelimsiz bedenini kendime çekip kollarıma aldım ve sıkıca sarıldım.
"Merak etme koca oğlan ben iyiyim. Seni yalnız bırakmayacağım." dedim omuzlarından tutup yüzüme bakmasını sağlayarak. Az önce ağlayan gözleri ağlamayı kesmiş, titreyen dudakları masumca kıvrılmıştı. Sanırım kız meselesi için affedilmiştim.
"Teşekküy edeyim. Benim adım William ama sen bana Will diyebiliysin..." dedi kelimeleri yuta yata.
Dudaklarım kendiliğinden kıvrılırken ona elimi uzattım ve;
"Memnun oldum koca oğlan. Benim adım da Angelight ama sen bana Ang diyebilirsin..." dedim burnunu sıkarak.
Yüzünü buruşturunca kahkahama daha fazla engel olamadım. O kadar tatlıydı ki bir an içime katasım gelmişti.
"Ben koca adamım Ans. Bana çocuksu hayeketley yapma" dedi elimden tutup beni ayağa kaldırmaya çalışarak.
"Kaç yaşındasın sen?" dedim onu daha fazla zorlamadan ayağa kalkarak. Biran önce gitsek iyi olurdu. Bizimkilerin kafayı yediğine emindim. Ayrıca bu çocuğun ailesi de kahrolmuş olmalıydı.
"Uc." dedi büyük bir gururla eliyle dört parmağını kaldırıp. Ona doğru eğilip o minik tombul parmaklardan birini nazikçe büktüm. İri bir çocuktu hiç üç yaşındaymış gibi göstermiyordu.
"Peki koca adam eve nasıl döneceğimizi biliyor musun?"
"Biliyoyum tabi buyadan gitmemiz lazım..." diyerek sol tarafımızda kalan açıklığı gösterdi. Eğilip onu kucağıma aldım ve gösterdiği tarafa yürümeye başladım. Onun tarif ettiği yoldan giderken kaybolmamak için dua ediyordum. Sonuçta üç yaşında bir çocuğun yön tarifi nasıl olabilirdi ki?
Fakat çok geçmeden yanıldığımı anladım. Bu çocuk gerçekten zekiydi. Beni sefriym sarayına bir kere bile tereddüt etmeden getirmişti. Yanağına bir öpücük kondurup "Aferin koca oğlan" dedim sevgiyle gözleri ışıl ışıl bana bakan çocuğa.
Kapıya geldiğimizde askerin gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. Daha ben bir şey söylemeye fırsat bulamadan adam hızla kale kapısından içeri girip telaşla koşmaya başladı. Ben çocukla içeri girerken kapıdan çıkan Edgar yüzünde büyük bir gülümsemeyle kollarını açarak peşinde bir kaç sefriymle bize doğru koşmaya başladı.
Ne oluyordu yahu... Beni kendi elleriyle boğarak mı öldürecekti? O zaman yüzünde ki gülümseme neydi? Belki de sevgi selinde boğacaktı. Yok kızım sen bu aralar bayağı Polyanna oldun.
"Büyükbaba!"
Will'in kucağımda sevinçle kıpırdanıp çığlık atmasıyla düşürmekten korkup onu hemen yere bıraktım. Küçük çocuk dedesine koşup boynuna atlarken aralarındaki sevgi her hallerinden belli oluyordu. Demek adam torununu gördüğü için bu kadar sevinmişti. Torununu kurtardığım hesaba katılırsa artık beni öldürmezlerdi herhalde.
Alex nerelerdeydi? Şimdi burada olup benim canıma okuması, Zake'in de beni ondan kurtarması gerekiyordu.
"Şey Alex ile Zake nerde acaba?"
Adam torununu öperken gri gözlerini bana çevirdi. Tanrı aşkına bunlar sülalece aynı göz rengini mi almışlardı? Yoksa burada göz renkleri de taht gibi babadan oğula mı geçiyordu?
"Sizi aramaya çıktılar. Alex başını sürekli belaya sokup ve bu belalardan da tuhaf şekilde sağ salim çıkma becerinden bahsettiğin de inanmamıştım."
"Ah... Alex doğru söylemiş"
Adam sarı kaşını kaldırıp gülümsedi "Ayrıca aptal olduğunuzu da söyledi."
Uyuz herif. Gıcık. Steroidli Herkül. Aşırı gelişmiş android... Ben içimden Alex'e hakaretlerimi saydırırken lord Edgar düşüncelerimi böldü.
"Bana torunumu geri verdin. Bunun için sana minnettarım. Lütfen içeri gel..."
"Ah yok..." panikle adamın sözünü kesip gerisin geri bir iki adım attım.
"Ben geçerken çocuğu bırakayım dedim. Gidiyordum zaten size iyi günler..."
Tam arkamı dönmüştüm ki iki asker burnumun dibinde bitti. Lanet olsun nasıl bu kadar hızlı olabiliyorlardı.
"Lütfen bayan Morales bize eşlik edin"
Edgar kolunu uzatmış beklentiyle gözlerime bakıyordu. Kibar davransa da bunun bir emir olduğunu bana olan bakışlarında anlayabiliyordum. Ne olursa olsun beni bırakmayacaklardı. Eh zaten gidecek bir yerim olmadığından mecburen koluna girip Alex'i beklemeye karar verdim. Kaleye yürürken "yemek var mı?" diye sormayı da ihmal etmemiştim. Biraz daha yemek yemezsem kimsenin elini kana bulamasına gerek kalmadan açlıktan ölüp gidecektim.
***
"Vay canına yemekler harika"
Oldukça büyük salona girdiğimde kocaman, üzeri yemek dolu yuvarlak bir masayla karşılaştım. Utanmasam sevinçten ağlardım. Transa geçmiş gibi masaya yönelirken artık arkamda ki adamların ne söylediklerini duymuyordum.
Kaleye girdiğim an bir şifacı etrafımda resmen pervane olmuş, küçücük bir yaraya hiç bilmediğim iğrenç kokulu ilaçlar sürmüştü. Bana tahsis edilen odaya gittiğimde Nina'yı orada görünce şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Onu nasıl unutmuştum? Amcasıyla bizim arkamızdan geldiğinden sefriymlerin onları da aldığını hiç düşünmemiştim. Birbirimize sarılıp kısa bir sohbet ettikten sonra Nina hızla temizlenmeme yardımcı olmuş ve salona yemek için inmiştik.
Adamların masaya oturduğunu göz ucuyla farkettiğimde hemen bende oturup hiç beklemeden elime bir but aldım.Tam ağzıma götürüp ısırmıştım ki ortamı saran sessizlikle eti ağzımdan geri çıkarıp masada ki adamlara baktım. Edgar ve Nina hariç hepsi kınayan gözlerle bakıyordu bana. Edgar'ın gülmemek için dudağını ısırdığını farkettiğimde bir an utandım. Ama insan aç olunca da nezaket kurallarını düşünemiyordu.
"Ben... özür dilerim"
Edgar gülümseyip eline bir but alınca tek şaşıranın ben olmadığıma emindim. Bana göz kırpıp "Seni bu kadar aç bırakmak bizim hatamız. Lütfen utancımızı yüzümüze vurma ve nasıl rahat ediyorsan öyle ye" dedi.
Elindeki eti ağzına götürüp bir ısırık alırken eliyle teşvik edercesine önümdeki eti gösterdi. Bende hemen kaldığım yerden devam edip eti kemirmeye ve sofrada ne var ne yok silip süpürmeye başladım.
Bir süre herkes sessiz sedasız yemeklerini yerken ben joleye benzer tatlımı hayallerimin aşkına uzanırmış gibi alıp büyük bir huşuyla kaşığımı daldırmıştım ki Edgar'ın sözleriyle ağzıma götüremeden kaşık yarı yolda kaldı.
"Cana karşılık can. Ölüm emrin kaldırıldı"
"Gerçekten mi?" dedim şaşkınlıkla. Böyle bir şeyi beklemiyordum.
"Evet"
Tam sevinçle ağzımı teşekkür etmek için açmıştım ki bu sefer aşırı sinirli bir sesle sözlerim boğazımda tıkandı..
"Hiç çabuk sevinme meleğim çünkü ölümün benim elimden olacak"
Eyvah Alex...
İşte şimdi bittiğimin resmiydi. Duvarları sarsan sesindeki tüm hiddetin hedefi olduğumu anlamamak aptallık olurdu. Sandalyeye çakılmış vaziyette her halinden sinirli olduğu belli olan adama arkamı dönmeye cesaret edemiyordum. Herkes bana acıyan gözlerle bakarken ben büyük bir üzüntüyle daha bir kaşık bile alamadığım tatlıma gözlerimi dikmiştim.
Biraz daha geç gelse ne olurdu sanki? Çakma Herkül bozuntusu...
Korkunun ecele faydası yokmuş diyerek elimde tatlımla ayağa kalktım. Etrafımdaki tek düzeden oluşan sarı kafalı adamlar bana şaşkınca bakarken hiç birini umursamadan Alex'e döndüm. Kapının girişinden biraz içeride tüm heybetiyle dikilmiş, varlığıyla bütün salonu bir anda doldurmuştu. Öfkeden kızarmış bakışlarını bana odaklamış, odada başka kimse yokmuşcasına bir santim bile başkasına kaymıyordu bakışları. Yerimde huzursuzca kıpırdanarak olası kaçış noktalarını aklıma not ettim.
"Alex! Hoş geldin. Bende seni bekliyordum. Bak sana tatlı ayırdım. Gelsene... hayır üzerime değil!!! Alex masaya doğru. Alex dur...Alex?"
Üzerime doğru tehditkar bir şekilde aldatıcı bir sakinlikle yaklaşan adamdan yuvarlak masanın diğer tarafına geçerek uzaklaştım. Avına saldırmaya hazır bir aslan gibi ürkütücü mavi gözlerini bana odaklamış, her bir hareketimi analiz edip an be an hesaplıyormuş gibi bir an bile bakışlarını benden ayırmıyordu. Herkes masanın etrafında toplanmış gözlerinde bariz bir heyecanla az sonra aslanın ceylanı avlayacağı sahneyi merakla bekliyorlardı. Bense yavru kedi bakışı misali yalvaran gözlerle, şimşekler çakan maviliklere bakıyordum.
Ne olmuştu sanki bu kadar sinirlenecek? Alt tarafı kanatlı yırtıcı bir hayvanın ayağında kucağımda bir çocukla yolculuk yapıp kendimi birkaç metre yükseklikten bir göle bırakmıştım. Ne vardı bunda?
Alex sağ tarafa doğru tehditkarlığını bir an kaybetmeden yürürken ben sola doğru usul usul ondan uzaklaşmaya başladım.
"Hiç bana öyle bakma küçük hanım. Bu sefer öyle kolay kurtulamayacaksın"
Eyvah! Sesi de oldukça kısık tonda bedeninin yansıttığı tehdidi sonuna kadar destekliyordu.
"Ne yaptım ki bu kadar sinirlendin?" diye sordum kayıtsız tutmaya çalıştığım ama bana ihanet ederek titreyen sesimle.
"Daha ne yapacaksın baş belası. Bir freyjin'in üzerine uçtun" diye hızla iki adım atınca yüreğim ağzımda aramızdaki mesafeyi korumaya çalışarak geri kaçtım.
Alex durunca bende durup omzumu silkerken hala elimde duran tatlımdan bir kaşık aldım. Odadaki herkesin inanamayan bakışlarına aldırmadan aklıma ne geldiyse söyleyiverdim.
"Ama çok heyecanlı biliyor musun? Bilmiyor musun? Ah... çok yazık, acayip bir histi. Aslında biliyor musun o yaratıklara biraz sevgi gösterirsek evcilleştirebiliriz. Doğadaki her canlı biraz şefkati hak eder değil mi?"
Saçmalıyordum... Kesinlikle saçmalıyordum. Alex karşımda gözlerini kısmış, çenesi sıkmaktan kasılmıştı. Başını yukarı kaldırıp sabır diler bir şekilde derin bir nefes alarak ellerini uzun saçlarından geçirip arkaya ittirdi. Sonra rengi koyulaşmış delici mavi gözlerini gözlerime dikti.
"İyi o zaman seni freyjinlerin yuvasına bırakalım. Bol bol şefkat gösterirsin"
Tatlımdan bir kaşık daha alıp ağzımda ki farklı tadın ne olduğunu anlamaya çalışırken meşgul olan beynim uyarıyı veremeden çenem benden bağımsız açılmıştı bile...
"Senden daha tehlikeli bir yaratık tanımıyorum"
Söylediğim cümleye ben bile şaşırırken önümdeki masa üzerindeki yemeklerle ters devrilince şaşkınlığım ikiye katlandı. Resmen kükreyerek üzerime koşan adamla kaşık bir tarafa, tatlı kasesi bir tarafa uçarken ben son hız koridora uçmuştum bile...Vote ve yorumlarınızı bekliyorum. Desteğinizi hikayemizden eksik etmeyin. Her yeni yorumda çok mutlu oluyorum. Hepinize teşekkürler...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gelecekten Gelen
Fantasi21. yy'da sakin bir hayat yaşayan Ang binlerce yıllık efsunlu bir tılsımın başına bu kadar bela açacağını hiç düşünmemişti. Tılsıma temas ettiği an sonsuz bir alevin içine yerleşerek onu zamanda binlerce yıl geriye savurmasıyla kendini, nefesini kes...