On Dört

457 61 328
                                    

Çok yorgundu.

Yine başka bir rüyada olmalıydı, yine Baekhyun yanı başındaydı, bu sefer ona nefret kusamayacak kadar yorgundu, tamamen çökmüş gibi hissediyordu; henüz yirmilerinde bile değildi fakat mahvolmuştu, bütün bunlarla uğraşmaktan çok yorgundu. "Baekhyun..." diye mırıldanırken kalbi ağrıdı, yanağında hissettiği ele karşı sığınırken içini boşaltmak istiyordu. "Çok yorgunum, çok tükendim..." Hayal meyal açtı gözlerini, sessizleşti.

"Chanyeol."

Tatlı bir melodi gibi gelmişti kulağına, gözleri tekrar yorgunluktan yavaş yavaş kapanırken defalarca kez duydu o hoş tınıyı.

"Chanyeol, aç gözlerini, ben geldim."
Yanağını okşadı o nazik eller, saçlarına çıktı, tekrar yüzünü kavradı; kibar ve narindi, tüy gibi hafifti. Ne hoş bir rüyaydı, Chanyeol'da ağlama isteği uyandırmıştı adeta. Fakat artık buna kanmayacak kadar yaralanmıştı, gelmediğini biliyordu.

"Yine gideceksin." dedi ağır ağır. "Yine beni bu cehennemde yapayalnız bırakacaksın, çektiğim acılardan zevk alıyorsun. Neden bunu yaptın bana? Hâlâ anlayamıyorum. Neden?"

Sesi acı doluydu, bilinmezliğin ona verdiği zavallılığı açıkça dökmüştü. Sonuçta sadece bir rüyaydı, gerçek olmayan bambaşka bir kabustu; zayıf olmak sorun değildi, burada öfkesinden ziyade çektiği acıları özgürce söyleyebiliyordu.

Zihnindeki buğular dağılmak yerine daha çok arttı, üzerindeki yorgunluk onu daha çok ezdi, titrek nefeslerinin ardından her ne kadar tekrar isyan etmek istese de gücü tükenmişti.

Gözlerini dahi açmadan önce, ilk hissettiği boğazındaki adeta bir bıçak saplanıyormuş gibi olan kuruluk hissiydi.

"Başım..."

Bilinçsizce mırıldandı, elini başına attığı gibi dudaklarından bir inleme dökülmüştü. Acıdan dolayı gözlerini dahi açamadı, başı adeta ortadan ikiye ayrılmış gibi ağrıyordu.

"Dur kımıldama, yat."

Birinin sesini duyuyordu fakat kim olduğunu idrak edebilecek bir durumda dahi değildi, "Su... Su içmem gerek..." diye fısıldayıp gözlerini yavaşça aralamaya çalıştı ancak berbat bir durumdaydı. Canı daha çok yanmaya başlamıştı, bilinci yerine geldikçe acısı arttı.

Gözlerini açıp aniden doğrulduğunda önce ona yaşlı gözleriyle endişeyle bakan Minseok ile karşılaştı, hıçkıra hıçkıra ağlayıp ondan özürler dileyen arkadaşına öylece bakakaldı. Ne olduğunu bile anlayamamıştı, niye ağlıyordu? Ona ne olmuştu? Hiçbir şey bilmiyordu, korkmaya başlamıştı.

"Ne oldu?" diye sordu korkuyla, endişe içinde kalmıştı. "Minseok ne oldu, neden ağlıyorsun? Korkutma beni."

Ne yapacağını şaşırmıştı, anılar aklına yavaş yavaş düşerken olanları zar zor hatırlayabilmişti. Cadı... Minseok... Ağaçlar... Orman... Nefessiz kaldığını hissetti, eliyle yüzünü sıvazlayıp "Lanet olsun..." diye mırıldandığında konuşmamaktan çatallaşan sesi boğazını iyice zorlamıştı.

Minseok hızla ayağa kalktı, masanın üstündeki sürahiden bir bardak su koyup heyecandan titreyen elleriyle suyu getirdi ve arkadaşına içirmeye çalıştı. Suyun yarısını kendi elinin üzerine dökmüştü.

"Birkaç haftadır... Haftalardır gözünü açmıyorsun, Chanyeol, bir daha uyanamayacaksın diye o kadar korktum ki... Hemen herkese haber vermeliyim."

"Dur, dur bekle, sakin ol. Biraz soluklanmama izin ver, Minseok, yalvarırım."

Başını ellerinin arasına aldı ve derin nefeslerle soluklanmaya çalıştı, başı adeta çatlamak üzereydi.

Dusk to DawnHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin