On Sekiz

433 65 530
                                    

Kendine söz verdiği gibi gözünü bile kırpmamıştı.

Saatlerce sabit bir şekilde, eğer kıpırdarsa Baekhyun rahatsız olur korkusu yaşayarak öylece bir ölü gibi durdu; Baekhyun'un göğsüne yatmasına, kollarını beline dolayıp sarılmasına izin vermişti. Düşünecek çok vakti vardı, Baekhyun'un saçlarını okşarken yavaş yavaş her şeyi düşünmüştü.

Yetimhaneden buraya, zavallı bir çocuğun teki iken güçlü bir avcıya, günah işlemekten deli gibi korkarken şeytanın çocukları olduğu düşünülen bir cadıyı öpmesine kadar her şeyi düşündü. Kısa sürede yaşadığı bu devrim niteliğindeki değişimlere inanamamıştı, gerçek değil gibi geliyordu fakat kollarının arasındaki Baekhyun her şeyin gerçek olduğunu ona tekrar ve tekrar hatırlatmıştı.

Her şey bir anda nasıl böyle değişmişti? Oysaki her zaman sıradan ve huzurlu bir hayatı olacağını düşünmüş ve düşlemişti. Bir gün yakalarına yapışan kabuslarından ve korkularından kurtulacağına inanmıştı, daha da beter olacağını hiç hayal etmemişti.

Nasıl yapmıştı bunu Baekhyun'a? Kollarının arasında masumca, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi yatan bu cadıya baktıkça aklından sadece bunu nasıl yapabildiği geçiyordu. Bir kabusun onu böylesine delirtmesinin imkansız olduğunun farkındaydı, işin ardında neler olduğunu düşünmek dahi istemiyordu çünkü sadece korkuyordu. Kurtulmak isterken bir bataklığa saplanıp kalmıştı.

Tıpkı o Alman filozofun dediği gibi kendini bir ağaca benzetti, ne kadar yükseğe ve aydınlığa çıkmak isterse o kadar kök salıyordu yere, aşağıya, karanlığa, derinlere ve kötülüğe.

Ne kadar kurtulmak isterse o kadar çok batıyordu yerin dibine, Baekhyun'dan ne kadar çok uzaklaşmaya çalışsa o kadar çok yakınlaşıyorlardı birbirlerine.

Derin bir nefes aldı, gözlerini Baekhyun'dan çekti ve yavaş yavaş yükselen güneşe baktı. Yaşadığı en uzun geceydi sanki, güneş bir türlü doğmak nedir bilmemişti. Her karanlık gecenin bir sonu olduğunu hatırlatsa da tam anlamıyla rahatlamış değildi. Ne yapacağını bilmiyordu ve bu belirsizlik onu adeta öldürüyordu, kafasında sadece  ne yapacağım şimdi sorusu defalarca kez dönüp durmuştu; cevabı ise sorunun kendisi kadar belirsizdi, bilmiyordu.

Uzun bir süredir ne yapacağını bilmiyordu.

Yorgunlukla gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı ve yavaşça Baekhyun'un belinin altında kalmış olan kolunu çekmeye çalıştı. Cadıyı uyandırmamak için çok çabalıyordu fakat Baekhyun aniden gözlerini açıp kolunu tuttuğunda uykusunun ne kadar hafif olduğunu anlamıştı.

Kendini açıklayamadı, tek bir şey bile söyleyemeden Baekhyun kaşlarını çattığı gibi "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Sesi çatallaşmıştı ve hala konuşurken boğazı ağrıyor gibiydi, boştaki elini boynuna götürüp hafifçe sıvazlarken doğrulmuştu.

"Hiç... Hiçbir yere."

Elini ensesine attı, afallamış bir ifadeyle Baekhyun'a bakakalmıştı. Bu kadar hızlı bir şekilde sorguya çekilmeyi, onu uyandırmayı beklemiyordu. Ne tepki vereceğini şaşırmıştı, gözleri cadının üzerinde öylece gezinirken ani bir farkındalıkla sarsıldı.

"Nasıl hissediyorsun kendini?" diye sordu telaşla, yatakta dizlerinin üzerinde durup Baekhyun'un yüzünü ellerinin arasına aldı ve gözlerini her bir yerinde gezdirdi. "İyi misin? Canın yanıyor mu?"

Nefes dahi almadan sordu sorularını, Baekhyun'un başını yavaşça yukarı kaldırıp boynunu tamamen açtığında yüreği acıyla kasılmıştı. Mumun kızarıklığı hâlâ duruyordu fakat kesik tamamen kapanmıştı, sadece ufak bir iz kalmıştı. Bu iz hiç geçmeyecek miydi? Küçük, silik, varlığı sadece yakından bakınca belli olan bir iz bile avcıyı pişmanlıktan öldürmeye yeterdi.

Dusk to DawnHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin