"Hayır... hayır dur bekle!"
Bir anda Jena yerde duran annesinin belindeki bıçağı alıp beni göğsümden bıçaklayacakken refleksle gözlerimi kapatmıştım. Gözlerimi açtığımda Ade'nin önüme geçip bıçağı eliyle tuttuğunu gördüm.
Zal çıldırmış gibiydi. Jena' yı geri çekip bağırmaya başladı.
" Nöbetçiler...! Nöbetçiler...!"
Ade kanlı eliyle, elimi tuttuğu gibi koşmaya başladık. Her yerden askerler çıkıyor hızla yer değiştiriyorduk. Göz açıp kapayıncaya kadar etrafımızı askerler sarmıştı. Ade belimden tutup aşağıya atlamamızı işaret etti.
" Üç deyince...bir... İki... üç"
Yere düştükten sonra sersemlemiş gibiydim. Ade ise hiç durmadan etrafımızdaki askerlerle savaşıyordu. Kolunu yaralamıştı.
...Gecenin karanlığında Ade'yi, daha önce üstümü değiştirmek için girdiğim, ahıra götürdüm. Kadın kıyafetleri hala oradaydı üstümü değiştirirken o da etrafa bakıyordu. Yarasını benim üstümdekilerle kapatmıştık. Soluk soluğa birbirimize bakıyorduk. Elleriyle yüzümü avuçladı.
" İyisin değil mi Efser!"
" İyiyim sadece biraz ateşim var gibi."
Üzerimdeki kadın kıyafetleri fazla inceydi. Üstündeki kürk mantosunu bana verecekken engel oldum.
" Hayır ateşimi daha çok çıkartır. Böyle daha az dikkat çekici oluruz. Sen sadece bana fazla yakın davran."
Dudaklarımdaki kırmızı boyayı silmemiş olmanın mutluluğunu yaşadım. Maskeyi taktığım için silmeye gerek duymamıştım.
" Maskeyi burada bırakmalıyız. Yoksa bizi anında bulurlar."
Az sonra ahırdan çıktık. Etraf öyle kalabalıktı ki burası için ticaretin merkezi diyorlardı.İşte şimdi buna şahit olmuştum.
Başım dönüyor midem bulanıyordu. sürekli kendime gelmek için başımı sallıyordum.
Şehirden çıkarken askerler önümüzü kesti." Nereye böyle, onun nesi var!?"
"Kuki içmiş kendinde değil. Ben karşı köyden geliyorum oraya tekrar dönmem lazım. Sabah mal taşınacak. Ama bu kadın tutturdu beni de götür. Bende biraz eğlenelim dedim."
Askerler sırıtmaya başladı. Ade'nin göğsüne dayanmış yarı baygın dururken, sanki beni tüy kadar hafifmişim gibi taşıyordu.
Biraz böyle yürüdükten sonra beni sırtına aldı. Kendime geldiğimde onu baygın ağacın dibinde yatarken gördüm. Helen'in odasındaki bir şeyler bizi etkilemiş olmalıydı çünkü Ade'nin de ateşi vardı. Kolundaki yara ateşini çıkartamayacak kadar küçüktü. Eliyle tuttuğu bıçakta zehir olmalıydı. Çünkü el ele tutuşmuştuk ve elimde kıyafetlerimi giyerken iğne batması sonucu oluşan bir yara vardı. Zehirin benden çok onu etkilemesi gerekiyordu ona rağmen beni buraya kadar getirmeyi başarmıştı. İmparatorluk binlerce kilometre uzaklıktaydı. İlk önce at bulmalıydım.
Nerede olduğumuzu bilmiyordum, güneş doğmak üzereydi.uzaklardan duman tütüyordu. Oraya doğru koştum. Üstüme geçirdiğim kürkle ve dudaklarımı silerek girdiğim köyde ilk evden at alıp parasını yere bıraktım.
Ade o kadar ağırdı ki onun uyandırmam gerekiyordu.
" Ade uyanmalısın yoksa ikimizde burada öleceğiz."
Yanımda getirdiğim suyu yüzüne boca ettim. Ade sonunda irkilerek uyandı.
Atın üzerinde nefesini ensemde hissederek son sürat ilerledik. Günlerce arada durup ona su ve ekmek vererek imparatorluğa ulaşmıştım. Zehirlenmişti,bundan emindim ama neden hala o da bende hayattaydık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝕯𝖔̈𝖓𝖌𝖚̈
Historical FictionZamanın içerisinde, birbirini takip eden akrep ve yelkovan... Döngü; zamanı, hikayemizin ilk on iki bölümü geceyi, son on iki bölümü gündüzü temsil ediyor. Bu yüzden ilk bölümler gecenin aydınlanması gibi yavaş yavaş kendini gösteriyor. Sabırla okuy...