"Şeref Meselesi"

204 13 2
                                    

Multimedya: Levent Ulusoy- Gamze Ulusoy
İyi Okumalar ♡♡♡

- Bıraksana beni! Kimsin sen? dedim beni tutan kişinin elinden kurtulmaya çalışırken. Bir yandan iri gövdesine yumruk atıyordum ama 1 gram dahi işlemiyordu. Beni aniden siyah bir Jeep' e bindirmişti ve yanımdaki koltuktan beni tutmaya çalışıyordu. Bu adamı daha önce gördüğümü hiç sanmıyordum çünkü yüzü bana hiç tanıdık gelmiyordu. Hafızamı birkaç kez daha yokladım ama kesinlikle haklıydım. İyi ama, tanımadığım bu adam beni neden kaçırıyordu ve hızla nereye yol alıyorduk?
Kafamdaki sorular devam ederken Kuzey'in bu durumdan haberinin olmasını diledim. Yoksa elinden kaçtığımi düşünüp bana kötü şeyler yapabilirdi.
- Deniz Hanım sakin olun. Size bir şey yapmayacağız. dedi yanımdaki adam sonunda sessizliğini bozarak.
- Nereye götürüyorsunuz beni? Bıraksanıza, dedim tekrar güçlü kollarından kurtulmaya çalışırken. Yine bir işe yaramamıştı.
- Babanızın emriyle sizi holdinge götürüyoruz. Böyle olmasını istemezdik ama babanız kendi isteğinizle gelmeyeceğinizi düşündü.
- Doğru düşünmüş, dedim sinirli çıkan sesimle. Gelmek istemiyorum. Hemen durdur arabayı. İneceğim, dedim şoför koltuğundaki adama.
- Deniz Hanım lütfen sorun çıkarmayın. dedi yanımdaki adam. Anlaşılan beni kendi rızalarıyla bırakmayacaklardı. Onlar bırakmazsa, kendi çabalarımla kurtulurdum ben de. Önüme dönüp durumu kabullendigimi gösterircesine sessizce dışarıya bakmaya başladım. Adam bi anda sakinleşmeme şaşırmış gibiydi ama bu işine geldiği için sesini çıkarmadı.
Birkaç dakika sonra oturduğum yerden arabanın hız ibaresine baktım. 80'i gösteriyordu ki bu hız büyük ihtimalle ölümüme sebebiyet vermezdi. En fazla birkaç çıkık ya da yara bereyle kurtulurdum.
3 parmağımla çaktırmadan kapı kolunu tuttum ve kendime doğru çektim. Şanslıydım ki şoför kapıları kilitlemeyi akıl edememişti. İçime derin bi nefes çektikten sonra bir anda verdiğim bir kararla kendimi arabadan aşağı attım. Artık bütün algılarım kapanmıştı, neler olduğunu kavrayamıyordum. Tek bildiğim yerde sayısızca yuvarlanıyor olmamdi. Yol kenarındaki yeşil otların arasına doğru hızla yol alırken vücudumda bir anda meydana gelen sızınin kaynağını tespit edemiyordum. Artık hızımı kaybedip durduğumda sağ kolumun üzerine doğru yerde uzanmıştım, başım catliyordu, gözlerim istemsizce kapanırken aklımda tek bir soru vardı. Ölecek miydim?
...........................

Göz kapaklarım üzerlerinde tonlarca ağırlık varmışcasına kapanmıştı, açmak için güç sarf ediyordum ama kesinlikle işe yaramıyordu.
Başımın ucunda ninni gibi gelen sesin kime ait olduğunu bulamıyordum. Hafızamı bir kez daha zorladım, ses tanidikti ama beynim bu soruyu cevapsız bırakıyordu. Zorlamaktan vazgeçip başımdaki kişinin söylediklerine kulak vermeye başladım.
Sakın aklından bile geçirme. Seni bırakmam. Bu kadar güç bulmuşken böyle kolay kaybedemem seni. Hadi prenses, uyan artık. Hadi güzelim.
Prenses ve güzelim. Bu kelimeler bana tek birini hatırlatıyordu: Kuzey Arazgil.

Yatağın bir tarafı çökmüş olduğundan Kuzey'in yatağımda oturduğunu anlamıştım. Başını yavaşça kalbimin üzerine koydu, ve birkaç dakika öylece kalp ritimlerimi dinledi. Usul usul aldığı nefeslerinin sesini duyabiliyordum.
Kendimle büyük bir savaş verip gözlerimi yavaşça araladım ve ona baktım. Uyandığımı görmemişti. Serumun kablolarının takılı olduğu elimi güçlükle kaldırıp başının üzerine koydum ve saçlarını okşamaya başladım. İlk başta ne olduğunu kavrayamamıştı, sanırım hayal gördüğünü sandı. Sonra başını yavaşça kaldırıp yüzüme baktı. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp ona yavaşça gülümsediğimde aynısını o da yapıp bana buruk bir gülüşle baktı. Saçımın kenarındaki kısmı kulağımın arkasına iterken hâlâ bana bakıyordu.
- Sonunda , dedi sakin sesiyle. Şapşal şey. Neden kendini süratle giden arabadan aşağı atıyorsun?
- Kaçırıliyordum Kuzey, dedim zor bulduğum sesimle.
- Kim olduklarını söyledi mi o şerefsizler?
- Babamın adamlarıymış, dedim zorla. Boğazım kurumuştu ve konuştukça acıyordu. Beni bir daha bırakmama ihtimali vardı. Kendimi atmasam bir daha beni göremezdin.
- Bir daha sakın böyle bir şey yapma. Ya ölseydin? İşte o zaman seni bir daha asla göremezdim. dedi sinirle. Ben izin vermeden ölemezsin. Duydun mu beni? Sana ölüm yasak.
- Güldürme beni, dedim ağrıyan yerlerime yenilerek.
- Ben ciddiyim, dedi aynı sertlikle.
Gözlerinin maviliğinde korku görmüştüm.
- Beni nasıl buldun? dedim merakla.
- Telefon kayıtlarında bir tek benim numaram olduğu için beni aradılar. Bir tarlaya düşmüşsün. Seni birileri bulup ambulansı aramış, sonra da hastaneye kaldırmışlar.
O an aklıma geldikçe tüylerim diken diken oluyordu. Demek ki babamdan canıma kast edecek kadar nefret ediyordum. Onu görmek istemiyordum. Babamı tanıyordum, beni bir yere hapsedip sonsuza kadar orada tutabilirdi. O korkuyla kendimi bir anda arabadan atmıştım.
- Beni göremeyince ne düşündün? dedim merakla.
- Aklıma direk kaçırildığın geldi. Benden kaçabilecek kadar cesur olmadığını biliyorum çünkü.
- Ya bir gün yaparsam bunu?
- Yapamazsın, ben istemeden olmaz, dedi net bir şekilde. Başını tekrar kalbimin üstüne koydu. Kesin bir şekilde konuşuyordu ama hâlâ içinde bana bir şey olacağına dair bir korku vardı. Bunu hissedebiliyordum.
Bir anlık bir beyin kanaması. Saniyeler içinde beni kaybetmesine sebep olabilirdi. Sanki bana kaybolacakmışım gibi sarılıyordu. Korkusunu belli etmiyordu, etmezdi. Çünkü o hep güçlü görünmek zorundaydı.

Uzun bir zaman sonra Kuzey'in uyuduğunu fark ettim. Saçlarını okşamam ve birkaç saatlik uykuyla durması buna ortam sağlamıştı. Morarmış göz altları günlerce uyumadığını gösteriyordu.
Kapıyı tiktiklayıp içeriye giren kişiye baktım. Elinde tuttuğu bir tepsiyle odaya giren hemşire önce bana gülümsedi, sonra şaşkınca Kuzey'e baktı. Böyle bir görüntü hastane kurallarına tersti sanırım. Yine de hemşire anlayışlı çıktı ve ses etmedi.
- Pardon, dedim sessiz bir sesle. Kuzey'i uyandırmaktan korkuyordum. Hastanenize ne zaman yatırıldım?
- Bugün 1 hafta oldu, dedi hemşire tatlı bir sesle. 3 gün komada kaldınız ve önemli bir ameliyat geçirdiniz. Kendinizi fazla yormayın. dedi.

İğneyi seruma sıkıp işini bitirdikten sonra geçmiş olsun dileyip odadan çıktı. Bakışları hâlâ Kuzey'in yüzünde geziniyordu. Sanırım sevgili olduğumuzu düşünmüştü. Oradan bakınca sevişmek için yer kollayan çiftler gibi görundüğümüze emindim ama biz kavga etmek için yer arayan bir çifttik. Daha doğrusu ortak.

Kuzey 1- 2 saat sonra uyanıp başını göğsümden kaldırdı. Çok dinç görünüyordu. Bu kadar kısa süreli bir uyku bile ona yetiyordu sanırım.
Sol kolumdan destek alıp hafifçe doğruldum. Sağ kolum alçıdaydı, kırık ya da çıkık olabilirdi ki öyle bir atlayıştan ilk ihtimalin çıkması daha mümkündü.
Hareket ettikçe vücudumun herhangi bir bölgesindeki bir sancı bana kendini fark ettiriyordu.
Kuzey bir şeyler almak için kantine gittiğinde televizyonun kumandasına uzanıp kanalları değiştirmeye başladım. Hava kararmaya başlamıştı, akşam vaktiydi. Güzel bir dizi bulduğumda durdum ve izlemeye başladım ama aklım başka yerlerdeydi. Kuzey Sarp'a ya da digerlerine haber vermemişti büyük ihtimalle, yoksa eminim hepsi şu an yanımda olurdu. Telaşlanmalarini istemiyordum, belki de böylesi daha iyiydi.
Kapının çalınmasıyla başımı uzatarak gelen kişiye baktım. Gözlerim şaşkınlıktan benden bağımsız olarak birkaç kez kapanıp açıldı, ama doğru görüyordum. İçimdeki nefret bir anda bütün damarlarımı esir alırken kan beynime sıçramıştı.
- Ne işin var senin burada? dedim ses tellerimi koparırcasina. Hemen çık git buradan! Hemen!
- Sakin ol. dedi babam her zamanki emredici ses tonuyla. Sadece konuşmaya geldim.
- Benim seninle konuşacak hiçbir şeyim yok! Duydun mu beni? Şimdi defol buradan!
Babam gitmeyecekti, biliyordum ama ona karşı ne kadar sinirli olduğumu bilmesini istiyordum.
- Deniz, dedi babam ilk kez masum bir sesle. Yapma kızım, lütfen.
- Bir kızın olduğunu ancak ölümün eşiğinden dönünce mi hatırladın?
- Neden yaptın bunu? Ya sana bir şey olsaydı?
- Umrunda mı sanki? dedim ağlamaklı bir sesle.
- Sen benim tek varlığımsin. Tabiki umrumda.
- Senin yüzünden bu haldeyim. Gör artık bunu, bana senden başka zarar veren yok.
Babam yatağın kenarındaki koltuğa yavaşça oturdu. Anlaşılan konuşmadan buradan gitmeyecekti.
- Seninle sadece konuşacaktım. Böyle bir delilik yapabileceğini nereden bilebilirdim?
Artık konuşmak istemiyordum. Çünkü söylediklerimin hepsi havaya karışıp toz oluyordu.
- Başında kim bekledi? O adam mı? dedi. Kuzey'i kast ediyordu.
- Bu seni hiç ilgilendirmiyor.
- O adam sana zarar verecek Deniz. Ondan uzak dur.
- Ne zamandan beri bana zarar gelmesinden korkar oldunuz Levent Bey? dedim alayla. Bana sen zarar vermezsen kimse vermez merak etme. Hayatıma kimleri soktuguma da ben karar verebilirim. Buna karışamazsın.
Ben sinirle bağırırken Kuzey elinde tuttuğu kahve bardağı ve birkaç alıştırmalıkla içeri girdi. içeri girdi. Gözleri alev alevdi. Nefreti buz mavisi gözlerindeki buzları teker teker eritecek kadar güçlüydü.
- Ne işin var senin burada? dedi Kuzey benim sorduğum soruyu tekrarlayarak.
- Asıl senin ne işin var? dedi babam hırlayarak. Ben onun babasıyım. Ya sen neyi oluyorsun?
- Bunu kızına sor istersen, Levent Ulusoy. dedi Kuzey sırıtarak.
Babam bakışlarını bir anda bana çevirdi. Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Onu ne olarak tanıtacaktım ki?
- Patronum, oldu mu? dedim sinirle. Bu cevap Kuzey'i mutlu etmişti. Babam büyük ihtimalle neden Kuzey'in yanında olduğumu biliyordu. Tarık Sezgin bunu ona çoktan söylemiş olmalıydı. Babam patron derken me demeye çalıştığımı anlamıştı. Sinirle ayağa kalktı ve Kuzey'le aralarında 1- 2 adım kalana dek yaklaştı.
- Bu iş burada bitmeyecek Kuzey Arazgil. Kızımı sana yem etmeyeceğim. dedi ve son kez bana bakıp odadan çıktı. Babam giderken Kuzey'in yüzündeki alaycı gülümseme hala duruyordu ama gözlerindeki nefret babamı çoktan yakıp küle çevirmişti.
- Göreceğiz, dedi Kuzey sessizce. Bu oyunda bir kişi galip gelecekti. Kimin kazanacağını bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı: Bu iş artık şeref meselesi haline gelmişti ve onların oyununda ben başta olmak üzere herkes yanacaktı.

Intikamla DansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin