🔸24.BÖLÜM: BASTIRILMAMIŞ ÖFKE

996 164 18
                                    

Aptallığıma lanetler savururken umutsuzca berrak bir ışık, bir can simidi aradım. Ne yapacağımı bilememenin paniği beni hem öfkelendiriyor hem de korkutuyordu. Salağın önde gideniydim! Küçük bir kağıt parçasına bile sahip çıkamıyor muydum? Bu yetmezmiş gibi bir de olabilecek en berbat kişinin yanında düşürmüştüm! Benliğime karşı duyduğum öfke öyle yoğundu ki neredeyse kendimi tokatlayacaktım ama bunun için vakit yoktu. Hiçbir şey için vakit yoktu. Düşen kağıt yüzünden her şey daha da çözülmez hale gelmeden önce bir çözüm bulmam gerekiyordu. Ah, belki de şansım yaver gitmiştir? Belki de Andy kağıdı fark etmemiştir? Belki de hâlâ orada, yerde, dokunulmamış bir hâlde duruyordur? Tanrım lütfen, lütfen şansım yaver gitmiş olsun, lütfen!

Yapmam gereken ilk şey gidip kontrol etmek olduğu için hızlı adımlarla ama ne kadar panik yaptığımı belli etmeyen bir ifadeyle Andy ile karşılaştığım köşeye doğru yürüdüm. Oraya gidene kadar zaman geçmek bilmedi. Yolun yarısında ileri geri volta atan Oliver ile çarpmıştım. Son anda sandalyelerden birine tutunmasaydı çocuğu neredeyse yere düşürüyordum. Özür dilemeyi bırakın, tek kelime bile etmeden yanından geçerken Oliver'ın bana garip garip baktığını fark etmemek mümkün değildi ama kendi hayatı için korkmakta o kadar meşguldü ki, amacımın ne olduğunu anlamak için uğraşmadı bile. Bu, daha da iyiydi. Biri bana ne olduğunu sorarsa eğer ağlamaya başlardım. Ayağım diğer ayağıma takılınca sendeleyerek bir rafın kenarına tutundum ve bir bakış etrafa bakındığımda zaten tam da istediğim yerde olduğumu fark ettim. Çarpışmanın etkisiyle düşen kitaplar hâlâ yerdeydi. Andy onları yerine koymakla uğraşmamıştı bile. Kağıdın düşen kitapların altında kalmış olabileceği gerçeğini yok sayamayarak dizlerimin üzerine çöktüm. Doktor Ox'un Deneyi'ni kaldırdım. Sonra Stephen King'in Göz'ünü. Sonra da Politik Kamera'yı ve diğerlerini...

Hayır, hayır, hayır! Burada kesinlikle bir kağıt yoktu! Hatta kağıdın izi bile yoktu!

Kendimi bu kadar çaresiz ve korkak hissettiğim tek an Matthew'le karşılaştığım anlardı. Avucumu alnıma vurarak 'Düşün, aptal! Düşün! Bir plan yap! Bir şeyler bul!' diye geçirdim içimden. Aklıma tek gelen seçenek kağıdın Andy'nin cebinde olabileceğiydi. Daha da kötü seçenek ise orada yazılanlara itibar etmesiydi. Yapar mıydı? O kadar aptal ve bencil olduğunu düşünmüyordum ama bundan tamamen emin de olamıyordum. Bu yüzden bir an önce nerede olduğunu bulmalı ve nasıl bir ruh halinde olduğunu görmeliydim.

Kendimi olduğu kadar toparlamaya çalıştım ve bunu neredeyse başardığımda yenilenmiş bir azimle yerden kalktım. Öğrenci kalabalığının olduğu yere geri dönerken bulabildiğim her raf arasını titizlikle arayarak Andy'yi görmeyi umut ettim ama yoktu. Rafların arasında olmadığına göre ve kütüphaneden de çıkamayacağına göre geriye tek bir seçenek kalıyordu; Diğer öğrencilerin yanında olmalıydı. Ön taraftaki alana giderken Ashley'in hâlâ aynı yerde, üzgün bir şekilde düşünüyor olduğunu fark ettim. Eğer Andy konusunda bu kadar endişeli olmasaydım onunla yeniden konuşmayı deneyeceğime emindim. Gerginlikten tırnaklarımı avuç içime sürterken herkesin bir köşeye çekildiği alanda gözlerimi gezdirdim. Andy ortalıkta yoktu. Daha da kötüsü Alfred'de yoktu. Ve Tom'u da hiçbir yerde göremiyordum.

Andy'nin nerede olabileceğine dair çeşitli senaryolar üretirken endişe hissi katlanarak artmaya başladı. "Ne rahatsız edici bir durum," diye mırıldanarak istemeye istemeye en kötüsünü hayal ettim ve sonra, aniden, bir kişinin daha orada olmadığını fark ettim.

Kahretsin.

Elias...

Neredeydi?

Nerede olabilirdi?

En son nerede konuşmuştuk?

O kadar paniklemiş ve korkmuştum ki, böylesine basit bir şeyi bile düşünemiyordum.

Kanlı GeceyarısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin