🔸36.BÖLÜM: GERİDE KALANLAR

949 186 34
                                    

Okulun içinde öldürülme ya da yaralanma tehlikesi olmadan rahatça yürüyebilmek gerçekten huzur verici bir deneyimdi. Kimse peşimizde değildi. Kimse de bizi öldürmek, yemek, canımızı yakmak istemiyordu. Gerçekten kurtulmuştuk. Buna inanamıyordum. Gerçi buranın hâlâ gece karanlığında ürkütücü bir yanı vardı. Bu yüzden okuldan olabildiğince çabuk çıkmak için her zamankinden daha hızlı bir şekilde yürüyor, bir yandan da evime döndüğümü hayal ediyordum...

Düşüncelerim kısacık bir anlığına dağıldığında benimle birlikte yürüyen Dallas'a göz ucuyla bakmak için kafamı çevirdim, ardından yeniden önüme bakarak yüksek sesle iç çektim.

Bunun ne yeri ne de zamanı olmadığını bilsem de onunla çatıda olanları konuşmak isteyen bir parçam vardı. Matthew ya da Elias hakkında değil çünkü o ikisi şu an umurumda bile değillerdi. Diğer şey hakkında konuşmak istiyordum. O... O öpücük hakkında... Dallas beni öpmüştü. Bunu gerçekten yapmıştı ve ben de bunu ne rahatsız edici ne de yanlış bulmuştum. Oysa bulmam gerekmez miydi? Ne de olsa bir gün öncesine kadar onunla öpüşeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Doğru düzgün konuşmayı kestim, birbirimizi doğru düzgün tanımıyorduk bile. Şimdi ise dudaklarının ve yağmurun tadını ağzımda hissedebiliyordum. O hissiyat hâlâ içimi sarhoş ediyordu. Onun da benim gibi hissettiğini umuyordum. Bu umut bana kendimi çok çaresiz hissettiriyordu. Aptalın önde gideni mi neydim? Çünkü görünüşe göre ondan o anlamda hoşlanıyordum.

Zamana bırak, diye öğüt verdim kendime. O an kendim için yapabileceğim en iyi şey buydu. Gözlerimi kapatarak devam ettim; Her şey sonunda olacağına varır. Ama neden benimle hiç konuşmuyor? Yanlış bir şey mi yaptım ben?

Ruh hastası bir manyak tarafından vurulmadan bahçeden çıktığımızda karşılaştığım kalabalık şaşkınlık içinde durmama neden oldu. Okulun önünde üç ambulans ile dört tane polis arabası duruyordu. Şiddetle yağan yağmura rağmen bir sürü kameraman ve muhabir de vardı. Uzun boylu, saçları olmayan, kaslı bir polis ise çaresizce onları zapt etmeye çalışıyordu. "Lütfen, kameraları kaldırın! Fotoğraf çekmeyin! Bunun için izin aldınız mı?" diye bağırarak meraklı kalabalığı okulun önünden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Kıvırcık saçları olan fotoğrafçı onun dinlemedi ve uzun lensi olan fotoğraf makinesini kaldırdı. Patlayıp duran flaşlar yüzünden durumdan rahatsız olarak gözlerimi kırpıştırdım. Başımı çevirdiğimde kırklı yaşların sonunda gösteren, yüzü çizgilerle kaplı bir adamın Ashley, Samanta ve Diego'yla konuştuğunu fark ettim. Adam elinde bir defter ve kalem tutuyordu. Dedektif ya da onu gibi bir şey olmalıydı. Ne olursa olsun, sonunda yetkili bir yetişkin görmek öyle rahatlatıcıydı ki gidip adama sarılmamak için irademle savaşmak zorunda kaldım.

"Ashley ve diğerleri orada." dedim Dallas'a, o tarafı işaret ederek. "Sanırım dedektifle konuşuyorlar. Oraya gidelim mi?"

Dallas kuzenini ve arkadaşını fark edip onların yanına doğru yürürken ben de sessizce onu takip ettim. Yanlarına vardığımızda adamın işi bitmişti. Not aldığı defteri kapattı. "Şimdilik bu kadar. Velilerinizi arayıp sizi almalarını söylemenizi istiyorum. Eve gidin ve polisten haber gelmesini bekleyin. Biz burayla ilgileneceğiz. İçinizde tıbbi müdahaleye ihtiyacı olan var mı?" diye sorarak hepimizin yüzüne teker teker baktı...

"Galiba benim ruhsal desteğe ihtiyacım var."

Bunun söyleyen Samanta'ydı. Omuzlarına kalın bir battaniye örtmüştü ve polislerden biri ıslanmaması için ona şemsiye tutuyordu. Başka bir polis aynısını benim için yapınca bana şefkatle bakan kadın polise teşekkür ettim ve sıcak battaniyeye sıkı sıkı sarılarak soğuğu unutmaya çalıştım. Sırılsıklamdım, hâlâ şok içindeydim ve her an yorgunluktan, uykusuzluktan bayılmak üzereydim. Bana ait olmayan bir kanla kaplı olan ellerime bakamıyordum bile.

Kanlı GeceyarısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin