9

10 3 0
                                    

Konakta Gülsüm'e el çabukluğu talimi yaptıranlar sade laladan ibaret değildi.

Bu sonbaharda on beşine basan Seniye, kardeşlerinden gizli sigara içiyordu. Bazı tütünsüz kaldığı zaman gizlice Gülsüm'ü çağırır:

— Haydi Gülsüm... Annemin paketinden bana usulcacık biraz tütün çal getir... Amma fark ettirirsen seni öldürürüm ha, derdi.

Büyük hanım evvelâ «çocuklar, ben yine son zamanlarda işi azıttım. Eskiden bir paket tütün bana üç gün gidiyordu. Şimdi bir günde hepsini içiyorum» diye şikâyet ediyordu. Fakat sonradan işe şeytan parmağı karıştığını sezinledi:

— Birisi benim tütünlere musallat oldu amma kim? Ah, bir elime geçirsem, diye söylenmeye başladı. Mamafih, hanımefendi bir yandan tütünlerini çalan mahir hırsızdan şikâyet ederken, bir yandan Gülsüm'ü garip bir hırsızlığa, daha doğrusu yankesiciliğe sevk ediyordu.

Çocuklar bazen çarşıdan çakı, tığ iğnesi, fişek, maytap gibi kazalı şeyler alıyorlar, bazen de büyükannelerinin çekmecesinde gördükleri saat zinciri, anahtar, tesbih, dikiş makinesi aletleri gibi kıymetli veya lüzumlu şeylere musallat oluyorlardı. Büyük hanım, evvelâ «olmaz» diye reddederdi. Fakat yumurcaklara lâf anlatmak kabil mi? «isteriz de isteriz... İlle de ille» diye arka üstü yere yatarak tepinmeye, potinlerinin topukları ile tahtaları dövmeye başlarlar. Kadıncağız da bir hayli gürültüden sonra, çaresiz, dediklerini yapardı.

Gülsüm'e havale edilen vazife çocuklara verilen bu kazalı, yahut lüzumlu şeyleri el çabukluğu ile aşırmaktı:

— Göreyim seni Gülsüm... Onlar bir parça oynadıktan sonra bırakırlar... Sen, usulcacık çalar, bana getirirsin... E mi kızım?

Gülsüm, bu egzersizlerden garip bir zevk duymaya başlıyor, çocuklar olmayacak bir şey için tutturdukları zaman büyük hanıma yaklaşarak gizlice :

— Verin hanım efendiciğim... Ziyanı yok... Ben, şimdi ellerinden çalar, size getiririm, diyordu. Kızın günden güne ilerleyen bu hünerinden hizmetçiler de istifade ediyorlardı. Komşu bahçede frenk armudu, nar, fındık ve incir ağaçları vardı. Bunların mevsimi geldiği vakit aşçı ile hizmetçi, Gülsüm'ü bir duvar kovuğundan içeri sokarlar, kız kendini göstermeden ağaçlara tırmanır, etek dolusu yemiş çalardı.

Gülsüm, böyle bir amatörlük devresi geçirdikten, sanatını kâfi derecede ilerlettikten sonra biraz da kendi hesabına çalışmayı düşündü. Mademki İsmail'e ara sıra posta paketleri göndermenin yolunu bulmuştu. İlerde yine ona gönderilmek üzere bir de sandık düzmesine ne mani vardı? Evvelâ mendil, çorap gibi eşyanın eskilerinden işe başlamıştı. Sonra yavaş yavaş teşebbüs büyüdü, çeşitler çoğaldı. Çocukların küçülmüş don, gömlekleri, eski pelerinleri, potinleri, hatta oyuncakları haydi bir dereceye kadar izah edilebilsin; fakat Seniye'nin saç maşası ile Dürdane Hanımın gelinliğinden kalma limon çiçeklerini ve iki sırmalı paşa apoletini İsmail'in ne işe kullanabileceğini anlamak mümkün değildi. Şimdilik sandığı olmadığı için bu eşyayı bir eski peştamala dolduruyor ve tavan arasındaki hırdavat dolaplarından birine saklıyordu.

Konaktaki kargaşalık sebebiyle bu hırsızlık, uzun zaman fark edilmedi. Fakat bir gün hanımefendi, nasılsa kokuyu aldı. Bir kandil gecesi Gülsüm, aşırılmış birkaç kandil çöreği ile akide şekerlerini bohçaya yerleştirirken tepeden inme bir baskına uğradı. Haramilerin, katillerin tövbe, istiğfar ettikleri böyle mübarek bir gecede bu tuz, ekmek düşmanının velinimetinin evinde yaptığı hırsızlık besbelli gayretullaha dokunmuştu.

Büyük hanım bayılacak gibi oluyor: «Eyvah, bu da ötekiler gibi soysuz çıktı. İstemem artık gözüm görmesin, soğudum, iğrendim. Atın evimden dışarı. Ne yapsanız artık hayretmez!» diyordu. Kızları, damatları araya girdiler. Ne de olsa bu, bir emanetullahtı. Onu gece yansı sokağın ortasına atıvermek yakışık almazdı.

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin