24

6 0 0
                                    

Gülsüm'ün yine itibarının yüksek olduğu bir zamandı. Konakta Azize isminde bir hizmetçi takip ediliyordu. Bu, otuz yaşlarında çenebaz ve oynak bir duldu. Konağa geldiği gün mahalledeki çapkınların elinden neler çektiğini anlatırken, hem ağlamış, hem büyük hanımı ağlatmıştı. Azize, Nadide Hanımın eteğini öperek: «Hanım efendiciğim, sayenizde hem karnım doyar, hem namusum emniyette olur.» diyordu.

Fakat çok geçmeden Büyük hanım, yine havadan bir koku aldı. Allah âlem bu Azize ile aşçı Ali arasında bir şey vardı. Aklı ile düşündüğü zaman, kadıncağıza iftira ettiğine hükmediyor. «Besbelli ben, bunların türlü çeşidini göre göre, fena yürekli bir insan oldum» diye kendisine kızıyordu. Fakat, ne çare ki, bu şüpheyi de bir türlü zihninden kovamıyordu. Nihayet, Gülsüm'e açılmaya karar verdi. Onda da böyle bir şüphe görünce endişesi arttı. Her halde gayet gizli ve mahirane bir tahkikata ihtiyaç vardı.

Hizmetçi ve aşçının sevişmesi, konağın namusu için şüphesiz pek fena bir şeydi. Fakat, asıl tehlike sevda zedelerin bu kadarla kalmayarak bir hırsızlık ittifakı akdetmelerinde ve elbirliğiyle içli dışlı hırsızlığa başlamalarındaydı. O vakit, maazallah, birinin yukarıda topladığım öteki sokağa taşır, konak soyulduğu halde, kimsenin ruhu bile duymazdı. Sonra, artık tut kelin perçeminden...

Azize, çok kurnaz bir kadın olduğu için Büyük Hanım, son derece ihtiyatla hareket ediyor. Gülsüm'ü ötekilerde olduğu kadar emniyetle işe saldırtamıyordu.

Tam bu sıralarda Feriha Hanımın tuvalet masasından elli, altmış lira kıymetinde bir pandantif çalındı. Odaya Azize'den başka kimse girmemişti.

Büyük hanım, hırsızın o olduğuna şüphe etmemekle beraber, evvelâ, son derece aşağıdan aldı:

— Kızım, odayı sen temizledin. Belki dalgınlıkla bir yere koymuş, yahut düşürmüşsündür. Haydi bir iyice ara bakalım, dedi.

Fakat Azize, derhal işi anlamıştı; birdenbire:

— Vay, siz bana hırsız mı diyorsunuz? Benim namusum var, diye şirret şirret bağırmaya başladı. Bu vaziyet karşısında sıcağı sıcağına bir polis çağırmaktan başka yapılacak iş kalmıyordu. Lalayı karakola koşturdular. Tahir Ağa beş, on dakika sonra yanında genç komiserle konağa döndü.

Kadın, komiseri görünce, büsbütün azdı. Asıl şikâyetçi kendisiymiş gibi:

— Memur Efendi... Namusuma dil uzatıyorlar... Şahit ol... Namus dâvası edeceğim, diye tekrar bağırmaya başladı. Sonra kendisini büsbütün temize çıkarmak için, üstünün ve eşyasının aranmasını istedi. Çocuklar, yine merdiven başına yığılmışlardı.

Gülsüm, bu sefer hırsızı eliyle yakalayamamış olmasına rağmen, yine memnun, onları idare ediyor, kumandalar veriyordu.

Azize'nin bohçası getirilip arandı, bir şey çıkmadı. Sıra hizmetçinin üstüne geldi. Komiser, onu ağır ağır yoklarken, ara sıra ağlamaktan al al olmuş yanaklarına bakıyor, kadın hakkındaki şüphesi zayıflamaya başlıyordu.

Bir türlü çenesi durmayan Azize'nin bu esnada ağlaya ağlaya söylediği sözler de yabana atılacak gibi değildi :

— Böyle ev görmedim... Yol geçen hanı gibi... Kimsenin kimseden haberi yok ...Giren, çıkan belli değil... Ne malûm bu Gülsüm kızın almadığı... Zaten kaç kere hırsızlığı yakalanmış...

Bu şüphe, mahallede oturan ve konağı yakından tanıyan komiserin de aklına gelmemiş değildi.

Komiser, hanımefendi ile konuşmak için halvet istedi. Misafir odasına girdikleri zaman :

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin