20

6 0 0
                                    

Gülsüm'ün büyük bir kusuru da pisliğiydi. Her çocuk, doğuştan pistir. Pislik icat etmek dehası hepsinde kemal mertebesine varmıştır. Hiçbir pis tarafı olmayan bir oyun veya oyuncakla eğlenmekten zevk almaz; hiçbiri bir yolunu bulup pisleştirmediği bir şeyi yemekten tam tat duymaz.

Fakat şu var ki, Gülsüm'deki pislik, zaman geçtikçe eksileceği yerde, inadına artıyordu.

Konakta büyükleri tiksindirecek ne kadar iş çıkarsa ona devredilirdi.

Çocukların oturakları gibi, sıçan kapanlarının idare ve muhafazası da ona verilmişti. Çocuk bezlerinden başka, hastalar tarafından kullanılan ve kirletilen eşya da çamaşırcıya gitmeden evvel onun elinden geçerdi.

Konakta bir alay kedi vardı. Gülsüm'ün bir faal mürebbiye gayretiyle her birine bahçede ayrı ayrı yerler göstermiş olmasına rağmen, her gün kanepe altlarında, kapı arkalarında bir iki vukuat kaydedilirdi. Bunları temizlemek vazifesi de tabiî kıza aittir.

Bir kere Gebze'den Feridun Beye gelmiş bir misafir, bir gece sarhoşlukla ayakyoluna saatini düşürmüştü. Saat, künkün içinde görünüyor, fakat, el uzanmıyordu. Büyük hanım Gülsüm'ün sırtını okşadı, gülerek:

— Haydi kızım. iş başa düştü. Bunu olsa olsa sen becerebilirsin, dedi.

Kız, entarisinin ve gömleğinin kolunu omuz başına kadar sıvadıktan sonra işe başladı. Ev halkı, onu seyretmek için, sofada birbirini eziyor, bazıları dayanamayarak öğüre öğüre kaçıyordu. Nihayet Gülsüm, yüz üstü ve hemen hemen tepe aşağı çalışmaktan yüzü kızarmış, bir zafer ve sevinç feryadı ile saati çıkardı. Çıkardı amma, üstünde, başında da hayır kalmamıştı. Küçük hanımlar çığlık çığlığa bağrışıyorlar, bu işlerde konağın yine en gayretlilerinden olan Karamusallı sütnineye:

— Aman sütnineciğim... Ne olursa senden olur. Şunu bir yere süründürmeden bahçeye götür. Üstünde nesi varsa attır. İyice yıkanmadan içeri alma, diye yalvarıyorlardı.

Gülsüm, tepeden tırnağa kadar temizlendi, gıcır gıcır yıkandı. Fakat küçük hanımlar, günlerce onu yanlarına sokmadılar. O, yaklaşacak oldukça :

— Aman kız... uzak dur... elini sürme... kokuyorsun gibi geliyor, diyorlardı. Hanımların aynı zamanda sinirli görünmelerinden yüz bulan Gülsüm, arsız arsız sırıtarak boyunlarına sarılacak gibi yapıyor, şakalar ediyordu. Hasılı, konakta Gülsüm için: «Elinden kabuklu yumurta yenmez!» demeleri hiç haksız değildi.

Gülsüm, yalnız dokunduğu, süründüğü şeylerde değil, yediği, içtiği şeylerde de pisi, temizi ayırt etmezdi. Konakta elhamdülillâh her şey boldu. Yalnız aşçının, hizmetçilerin döküp saçtığı ve çaldığı ile bir ev daha geçinirdi.

Böyle olduğu halde, Gülsüm, daima artık, bayat ve kokmuş yemek yerdi. Bunun sebebi şu idi: Konakta çok kere lüzumundan fazla yemek pişer, tel dolaplarda daima bir hatta iki günlük bir alay artık yemek bulunurdu. Bunları dökmek günah olacağı için, sahan sahan, tabak tabak Gülsüm'ün önüne sürerlerdi:

— Gülsüm, kızım... Havalar serin... bir hafta dursa bir şey olmaz... Bak mis gibi... Sen şunları yiyiver, sevaptır.

Ziyankârlığın günah olduğunu, dünyada yere dökülen ekmek kırıklarını toplayıp yemek kadar sevap bir şey olmadığını bilen Gülsüm, hiç şikâyet etmeden bunları mideye göçürürdü.

Hem canım, onların mideleri buna benzemez neler kabul eder. Bütün gün köylerinde yedikleri zaten ne ki? Yorganlı ile memleketten otlaya otlaya geldiklerini kendileri söylememişler miydi?

Gülsüm, yiyecek cihetinden hakikaten hemşehrilerinin en talihlisi çıkmıştı. Bir eli yağda, bir eli balda idi. Sütler kesilir, ona verirler, kaymaklar mantarlaşır, ona verirler. Çocuklara yemiş gelir, biraz geçkin olanları ile hamları ona ayrılır. Hatta bir defa içine karınca düşmüş bir küçük kavanoz gül reçelini ona vermişler; kız, afiyet olsun, günlerce parmak parmak yemişti.

Şu var ki, bu bolluk, kızın gözünü bir türlü doyuramıyordu. «Gık» deyinceye kadar yediği halde, vakit ve saati geldi mi, yine damarlarındaki soysuzluğu yapıyor, çocukların elinden yemiş, sahanların içinden kedi gibi kemik çalıyordu.

Büyük hanım, su içerken daima durur bir bardağa bir Gülsüm'ün yüzüne bakarak sitemle:

— Gülsüm, ne vakit senin elinden içim inana inana bir bardak su içeceğim? diye gülümserdi.

Bu, galiba hiçbir zaman nasip olmayacaktı. Halbuki ondan pek olmayacak bir şey de istemiyorlardı.

Meselâ, kendisi başkalarının artığını yemekten iğrenmemeli, fakat, kendi artığını başkalarına yedirmekten son derece çekinmeli, bunun affedilmez bir pislik olduğunu idrak etmelidir. Kız, bu basit tarifi yapabilse, dâva kökünden halledilmiş olacaktır. Fakat, yazık ki, bunu onun idraksiz kafasına bir türlü sokmak kabil olmuyor.

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin