Kız, yavaş yavaş düzeliyordu.
Zaten başka türlü olmasına imkân da yoktu. İsmail demek; kırık dökük, sekiz, on parça hatıra demekti. Bunları aşındırdıktan sonra artık düşünecek yeni bir şey bulamayacak, odunlarını yakıp tüketmiş bir ocak gibi bu matem de kendiliğinden sönecekti. Fakat şu var ki, Nevnihal Kalfa, çocuktaki yarayı pehlivan yakısı gibi mütemadiyen işletiyor, bir türlü kapanmasına meydan bırakmıyordu.
Küçük Bülent'e iyice bir sütnine bulunduğu için büyük hanım, geceleri Gülsüm'ü aramıyordu.
Kız, bu fırsattan istifade ederek Nevnihal Kalfanın odasına dadanmıştı.
Tavan arasına ışık çıkartmak yasak olduğu için, Gülsüm, karanlıkta adım adım yukarı çıkarken, merdiven kapısında duruyor, aşağının seslerini uzun uzun dinledikten sonra kalfanın odasına doğruluyordu.
Nevnihal Kalfa da ona alışmıştı. Ekseriya namazda, yahut duada olmasına rağmen, kulağı, müvezzi bekleyen gazete meraklıları gibi, dışarıda aşağıdan taze havadisler getirecek olan Gülsüm'ün ayak seslerindeydi.
Mamafih, kıza yüz veriyor gibi görünmemek için, onu daima biraz suratlı karşılardı.
Kız, asıl kıymet ve ehemmiyetinin nerede olduğunu bilmez, kalfaya yaranmak için türlü tedbirler düşünürdü:
— Bir şey ister misin diye geldim kalfacığım. Senin bacaklarını kollarını ovayım mı?
İstanbul'daki ihtiyarların ovulmaya karşı yüzleri olmadığını, kollarını, bacaklarını, omuzlarını sıkmak kadar hiç bir şeyin onları memnun edemeyeceğini tecrübeleriyle biliyordu.
Meselâ, hanımefendinin en taşkın ve hiddetli zamanında kolunu, bacağını ele geçirdi mi, selâmete çıkmış demekti. Bağırmakta, köpürmekte devam etmekle beraber, bir türlü kendini kurtaramaz, sıkılan yerlerini hafif hafif oynatarak kıvranmaya başlar. «Yarından tezi yok, ben sana yapacağımı biliyorum,» diye başladığı bir tehdidin arasına, «Biraz daha aşağıya... Hah, o damarı parmaklarının arasına sıkıştırıver» diye sözler karıştırırdı.
Gülsüm, masaj esnasında, kalfanın gevşemeye, keyfinden türlü sesler çıkarmaya başladığını görünce, şu neviden bir sual sorardı:
— Koyunlar olmasaymış kurban bayramında erkek çocukları kesecekmişiz ha kalfa? E, onlara yazık değil mi ki?
İhtiyar Çerkez, kızın koyunlardan çocuklara, çocuklardan İsmail'e geçeceğini, o lâkırdı açıldığı halde de bir daha kapanmayacağını bildiği için hemen suali çelerdi:
— Bunu o Ermeni dudusu mu söyledi? Sen onun müslümanlığına bakma... Onun öyle şeylere aklı ermez.
(Ermeni dudusu Karamusallı sütnineydi. Kalfa, Allah'ın müslüman doğanlarla sonradan hak dinine girenler arasında bir fark koymadığını bilir, fakat sütnineyi düşürmek için daha kuvvetli silâhı olmadığından, çaresiz, bunu kullanırdı.)
— O dudu benim için neler söylüyor bakayım?
— Hiçbir şey demiyor...
— Yalan söylüyorsun?..
— Vallahi yalan söylemiyorum... Allah çarpsın yalan söylüyorsam!..
— E, hanımefendi ne diyor?
— Vallahi o da bir şey söylemiyor...
— Söylemez olurlar mı? Onlar beni rahat bırakırlar mı? Bu akşam yine kulaklarım biber gibi yandı. Ne diyeyim... Ben onları Allah'ıma havale ettim... O, yapacağını bilir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılcık Dalları
General FictionKızılcık Dalları'nda, bir evlatlığın başına gelen olayları, kendi diliyle eşleşen bir masal diliyle anlatışı göze çarpar. Mutlu bir aile yaşantısına özlem, büyük bir anlam zenginliğiyle dile getirilmiştir. Kızı erken yaşta ölen bir ninenin, yüreği y...