2

45 11 1
                                    

Köylü ile Gülsüm, çocukları o kadar eğlendirmişti ki, sofrada hep onların lâkırdılarını ediyorlar, durmadan gülüyorlardı.

Pelerin gibi omuzlarına attığı yorgan için köylünün adını «Yorganlı» koymuşlardı.

Bütün sevdiklerini nihayet etrafına topladığı için bir kat daha iyileşen güzel kalpli Nadide Hanım:

— Gece karanlığında o yolları nasıl yürüyecekler?.. Hele o yavrucuğa yüreğim parçalandı... Fazla olarak sırtında bir de çocuk var... Keşke bu biçarelere bir tren parası verseydik, diye üzülüyordu.

O, çocuk gözleri gibi taze, masum, yeşil gözlerini pencerenin dışındaki karanlığa dikerek üzülürken büyük kızı Dürdane:

— Sen böylesin anne... en güzel zamanında hiç olmayacak bir şey çıkarır, dünyayı kendine zehir edersin, diye darılıyordu.

Köşk, Pendik evlerinin bittiği yerde, deniz kenarında idi. Seniye'nin uzun bir hastalığı sebebiyle iki seneden beri yaz aylarını burada geçiriyorlardı.

Nadide Hanım, yemekten sonra torunlarını bahçeye salıvermiş, kendisi büyüklerle beraber sofra başında kalmıştı. Oturduğu yerde gözlerini çocuklarının birinden ötekine götürüyor, onların lâkırdılarından ziyade seslerini dinliyor, ikide birde lüzumlu lüzumsuz:

— Üç günlük ömrümüz var... Ne olurdu şu dünyada ayrılık olmasaydı, diye içini çekiyordu.

Dürdane, doğru söylemişti. Üzüntü, onun için âdeta hava, su nev'inden bir ihtiyaçtı.

Meselâ, çocuklarından ayrı bulunduğu vakit hasret ateşiyle yanar, fakat onlara kavuştuğu zaman da yine tamamıyla memnun olmaz, muvakkat gelmişlerse: «Ben size şimdiden gitmiş gözü ile bakıyorum...» Bütün bütün gelmişlerse: «Görürsünüz, bir aksilik çıkar, evlâtlarımdan biri yine gider» diye kendini üzerdi.

Kardeşi Vasfi Bey ara sıra:

— Keşki hepimize ölmüş gözü ile baksan da sen de kurtulsan, biz de, diye takılırdı.

Dürdane'nin sözü gibi bu da doğruydu:

Nadide Hanımın ölenlere karşı garip bir vefasızlığı vardı. Yaşarken en üzerine titrediği bir insan ezkaza ölecek oldu mu yarım yamalak bir ağlar, ondan sonra bir daha adını ağzına almazdı. İnsan kalbi kaidesiz bir şeydir.

Bağ kütükleri arasında ateşböceği kovalayan çocukların gürültüsü yavaş yavaş uzaklaşmış ve kaybolmuştu.

Sekiz, on dakika sonra en büyükleri koşa koşa bir havadis getirdi:

— Haminne... Yorganlı ile Gülsüm oradalar... Sokakta yatıyorlar.

O, sözünü bitirmeden öteki çocuklar da göründüler. Köylülerin orada olması fevkalâde bir şeymiş gibi bir sevinç, bir kıyamettir gidiyordu.

Bu vaka, hazım tembelliğini bir türlü üstlerinden silkip atamayan büyükler için de güzel bir vesile oldu.

Fazla yorgun olduğunu söyleyen Şakir Beyle karısı müstesna olmak üzere, hepsi köşkün arkasındaki yoldan caddeye çıktılar.

Yorganlı ile Gülsüm, nedense yola devam edememişler, karşı tarlanın kenarında bir kamp kurmuşlardı. Gülsüm, yere amcasının yorganının üstünde bağdaş kurmuş, İsmail'i kucağında uyutmuştu.

Yorganlı, ayakta, yavaş yavaş sönen bir çalı ateşinin ışığında lala ile konuşuyordu. Kalender ve demokrat büyük hanım böyle fakir insanlarla konuşmayı çok severdi.

— Ağa, bu gece bize komşu mu geldiniz? Hoş geldiniz, dedi.

Yorganlı, bu kibar insanlar baskınından hiç ürkmedi:

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin