Nadide Hanım, şimdi hastanın etrafında pervane gibi dönüyor, onun bir dediğini iki etmiyordu. Ona öyle geliyordu ki, bu biçare kadın için ne kadar çalışıp çabalarsa, onu ne kadar mesut ederse duyduğu vicdan azabı o kadar eksilecek...
Hasta, garip bir hayret içinde idi. Bazen muhabbetle onun ellerini öpüyor, bazen şefkatin bu derecesini aklına sığdıramıyormuş gibi, derin bir dikkatle ona gözlerini dikiyordu. Nadide Hanım, fedakârlığı o derece ileri götürmüştü ki, hastanın mikroplu dudaklarıyla öptüğü elini bile yıkamıyordu. Kullar ne derse desin; Allah onun bu biçareye nasıl analık ettiğini görüyor ya!
Mamafih, Nadide Hanım için hastanın gözlerindeki o derin dikkat, dudaklarındaki zehirden çok daha korkunçtu. İhtiyar kadın, bu dakikalarda onun her şeyi anladığını zannediyor, tevil götürmez bir bir vaziyette yakalanmış bir suçlu gibi yaptığını, yapacağını şaşırıyordu. Ah, bu hain Karamusallı sütnine!
***
Nadide Hanım, Karamusallı sütnineye kati emirler vermişti. Hasta, sağ olduğu müddetçe bir daha bu meseleden bahsedilmeyecekti. Fakat, ihtiyar kadın, bütün dikkat ve gayretine rağmen, dillerin durmadığını, havadisin alttan alta her tarafa yayılmakta olduğunu hissediyordu. Daha fenası mesele çocukların da kulağına gitmişti. Yumurcaklar Seniye'ye türlü türlü soğuk şakalar yapıyorlar. Murat Beyi uzaktan gördükleri zaman «Enişte Bey geliyor» diye bağrışıyorlardı.
Eylül sonlarına doğru Nadide Hanım, hafif bir soğuk algınlığı yüzünden iki gün hastayı yoklayamamıştı. Üçüncü gün, içi rahat etmedi, kızlarının ısrarına rağmen, yataktan kalktı ve bir araba getirterek Murat'ın evine gitti.
Onu kapıda Gülsüm karşıladı. Her zaman hanımefendiyi sevinçle karşılayan kızda bugün garip bir donukluk vardı. Ağır bir tavırla büyük hanımın eteğini öptü, sonra bir paçavra ile onun arabadan kapıya gelinceye kadar çamura batmış potinlerini temizledi.
Nadide Hanım, hastayı ilk geldiği gün gördüğü yerde, aynı salıncaklı iskemlede uyuyor buldu. Onun kendisini görünce sevineceği muhakkak olduğu için, uyandırmakta bir zarar yoktu. Derin bir şefkatle üzerine eğildi ve bileğini tuttu. Hasta gözlerini açtı. Fakat, bu bir tabiî uyanış değildi. Sanki onu görmemek için gözlerini kapamış da, şimdi mecburen açıvermiş gibi bir şey...
Hanımefendi yüzüne bir çocuk saflığı veren o güzel tebessümü ile:
— Nasılsın çocuğum? dedi. Hastaydım, seni yoklamaya gelmedim. Lâkin hep seni düşündüm. Çehreni daha iyi buldum, maşallah... nasılsın?..
Hasta, cevap vermiyor, gülmüyor, büsbütün erimiş, çekilmiş yüzünde korkunç bir surette büyük görünen gözleriyle misafire bakıyordu.
Elini ağır ağır büyük hanımın elinden çekti, başını zahmetle duvardan tarafa çevirdi ye artık hareket edemedi.
Bu jest, büyük hanıma yabancı değildi. Hasta, vaktiyle deniz kenarındaki arabada kocasını kıskandığı zaman, aynen bu darılmış çocuk tavrıyla arkasını çeviriyor ve büyük hanım o vakit onun ağladığını tasavvur ederek içi yanıyordu. Demek hasta, şimdi aynı tavrı ona tekrar ediyordu. Niçin?..
Hanımefendi, olduğu yerde donup kalmıştı.
Hastanın hakikati anladığına şüphe yoktu. Ya bir yerden bir şey kulağına gitti; yahut da hastalık nöbetlerinin birinin zihnine harikulâde bir parlaklık, bir vahyi uyanıklığı verdiği gecelerden birinde vakaları tefsir etti; adi zamanlarda hiçbir şey ifade etmeyen kelimeleri, tavırları, bakışları, gizli fısıldaşmaları, bir araya topladı; bir kısmı müfrit bir muhabbetle kendisini seviyor göründüğü halde, öteki kısmı hiç meydana çıkmayan bu garip ailenin karanlık kastını bir an, bir magnezyum ışığı içine gördü.
Nadide Hanım o gün köşke öyle bir halde döndü ki, kızları gayriihtiyarî:
— Anne, sana ne oldu? diye bağrıştılar.
Şakir Bey, hem sert, hem müşfik bir sesle kaynanasına çıkışmaya başladı:
— Valide Hanımefendi, söylemeyim dedim amma, olmayacak... Siz yaşlısınız, sinirlisiniz, daha doğrusu hastasınız; kendiniz bakılmaya muhtaç bir halde iken, nasıl başkalarının hastalarıyla uğraşırsınız? Mamafih, bütün kabahat sizde değil... Kızlarınızın da sizi biraz düşünmeleri lâzım gelir...
Bu defa Dürdane, kocasına sataştı:
— Aaa... Söylediği lâkırdıya bak... Anneme söz anlatmak kabil oluyor mu? «Ben gidiyorum» diye yataktan kalktığı zaman ben de, Naciye de önüne geçtik; «Seni bu halde göndermeyiz... Hiç olmazsa bugün de dinlen...» dedik. «Haydi siz kendi işinize bakın!» diye bizi payladı; çocuk değil ki, kolundan tutup da bir odaya kilitleyelim.
Büyük hanım, o gece horozlar ötünceye kadar yaşlı gözlerini yummadı. Gözlerini açıyor: Hasta karşısında o inanılmaz derecede büyük gözleriyle bakıyor. Kapıyor, yine o... Yalnız şu farkla ki, yüzünü duvara çevirmiş, ihtiyar kadın, biraz daha gözlerini açmasa âdeta onun ağladığını işitecek... ve çıldıracak... Lâhavle velâ kuvvete!..
Ertesi sabah Nadide Hanım, vücudunda hiçbir rahatsızlık duymadığı halde, hasta taklidi yaptı:
— Çocuklar, fenayım... Beni bugün mutlaka İstanbul'a indirin, burada kalırsam daha fena olacağım, dedi.
Bundan sonra hiçbir kuvvet ihtiyar kadını hasta ile yüz yüze gelmeye mecbur edemezdi...
Havanın biraz yağmurlu olmasına rağmen aile, o gün İstanbul'a göç etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılcık Dalları
General FictionKızılcık Dalları'nda, bir evlatlığın başına gelen olayları, kendi diliyle eşleşen bir masal diliyle anlatışı göze çarpar. Mutlu bir aile yaşantısına özlem, büyük bir anlam zenginliğiyle dile getirilmiştir. Kızı erken yaşta ölen bir ninenin, yüreği y...