30

7 0 0
                                    

Yaz bitiyordu. Büyük hanımın tahmini üzere havaların serinlemeye başlaması hastayı bir parça canlandırmış, ona iki, üç haftalık son bir iyilik devresi geçirtmişti.

Nadide Hanım, Murat'a ve karısına karşı akrabalık vazifesini doğrusu çok iyi yapıyordu. Baygınlık gecesinden sonra, hastayı yalnız bırakmamak farz olunmuştu. Murat Bey, kalıbının adamı değildi; gecenin birinde hastaya tekrar fenalık gelecek olursa, adamcağızın hali haraptı. Hizmetçi kadına gelince, o hayvan gibi bir mahlûktu. Onun için insanlardan ziyade hayvanların kanununa tâbi olarak yaşıyor, ortalık kararırken uyuyup şafak sökerken uyanıyordu.

Büyük hanım, hastanın gece bekçiliği vazifesini evvelâ Karamusallı sütnineye vermek istedi. Fakat kadın: «İlahî hanım efendiciğim, ben de senin gibi ihtiyar bir kadınım. Vücudum öyle şeylere dayanır mı? Öyle sevap yerinde dursun,» dedi ve somurttu.

Küçük hanımlar ev işlerini aralarında taksim ederek orta hizmetçisini göndermeyi teklif ettiler. Fakat Serez muhacirlerinden açıkgöz bir kadın olan hizmetçi, onları âdeta azarladı:

— Ben işten korkmam. Lâkin —hafazanallah— bana hastalık geçerse halim ne olur? Siz, o vakit bana bakar mısınız? Kendiniz belki mikrop geçer diye misafir gitmiyorsunuz, bana günah değil mi?

Küçük hanımlar, bu cevaba kızdılar. Fakat fazla bir şey söyleyemediler. Doğru söze ne denir?

Mamafih, büyük hanımın birçok müşkülleri gibi, bu müşkülünü de neticede yine Karamusallı sütnine halletti ;

— Gülsüm'ü göndeririz... Kız, zaten «Ebced» gibi evde ne ölüye yarar, ne diriye... varsın hasta ölünceye kadar Murat Beyin evinde otursun...

— Hasta ölünceye kadar mı? O, nasıl söz sütnine? Sen ne kadar katı kalpli oldun?..

— Canım hanım efendiciğim, öyle deyiverdim işte... Benim dememle ölecek değil ya... Allah versin de kıyamete kadar yaşasın, mirasını ben yiyecek değilim ya...

Ne ise orası lâzım değil, Gülsüm'ü gönderelim... Kız. artık on beşine girdi... Zaten yapacağı şikâr bir iş değil... Hastanın etrafında dolaşıverecek...

Büyük hanım, yine küçük bir tereddüt geçirdi:

— Bilirsin ya kız pisboğazdır. Hastanın artıklarını yemeye filân kalkar.

Karamusallı sütnine, ellerini dizine vurarak bir kahkaha attı:

— Hanım efendiciğim, düşündüğün şeye bak. Onun yediği süprüntüler yanında hasta artığı nedir ki? Hem o verem hastalığı iğrenenlere, çekinenlere geçer, vesvese etmeyenlere bir şeycik olmaz...

— Peki, ya korkarsa?..

— Benim Gülsüm evvel Allah cenaze soymuştur da yine korkmamıştır. Öyle ya, Nevnihal Kalfanın sandığını kırıp kefenini, yaşmağını, lifini çalmak, cenaze soymak değildir de nedir? Korkarım ki, bir gece kadıncağıza birdenbire Allah emri oluverirse Gülsüm, ölünün kulağından küpelerini, parmağından yüzüğünü çalmasın?..

Karamusallı, hem söylüyor, hem kesik kesik gülüyordu. Büyük hanım sinirlendi:

— Yoo sütnine... bak böyle soğuk şakalar istemem, dedi. Kadıncağız canı ile uğraşıyor, sen de eğleniyorsun... Hepimiz can taşıyoruz.

Gülsüm, hanımefendinin korka korka ettiği teklifi âdeta sevinçle kabul etti:

— Peki, baş üstüne, hanım efendiciğim, dedi. Siz hiç merak etmeyin... Hastaya bakmak sevap bir iştir.

Gülsüm'ün vaktiyle köyünde «sevap» diye bellediği şeylerden hatırında yalnız bu kalmıştı. Konakta yaşadığı yedi sene içinde Gülsüm, birçok hastalara bakmış, bir gün birinden şikâyet etmeyi, iğrenmeyi aklından geçirmemişti. Bunu Nadide Hanım da —onda tek bir fazilet olarak— tanırdı. Kızın bu işi güler yüzle kabul etmesi büyük hanımın yüzünü güldürdü. İhtiyar kadın :

— Aferin Gülsüm kalfa, dedi. Eğer bu işi yaparsan sana çorabı ile, kundurası ile istediğinden âlâ bir kat elbise var...

Mamafih, Gülsüm'ün sevinci sade sevap kazanmak ümidinden doğmuyordu. Başka bir yerde, başka insanlarla yaşayacaktı. Kendisini her dakika itip kakamayacaklar, her lâkırdısını ağzına tıkmayacaklardı.

Kız, kolunda hanımefendinin verdiği bir bohça içinde iki kat çamaşır, bir elbise, elinde gazete kâğıdına sarılmış bir çift mercan terlikle yola çıktığı zaman, düğüne gidiyor gibi sevinç içindeydi.

Mutasarrıf, Gülsüm'ü çok iyi karşıladı. O, pek dalına basıp kızdırmadıkları vakit, hizmetçilere çok iyi muamele eden bir adamdı. Bahusus Gülsüm, hizmetçi de değil, teyzesinin manevi evlâdı idi. Adamcağız, kızı bazen «Gülsüm Hanım» diye çağıracak kadar nezaketi ileri götürüyordu. Hastaya gelince, Gülsüm'den o da çok hoşlanmıştı. Maneviyatının düzeldiğini, kendini artık iyiliğe dönmüş zannederek dünya ile barıştığı bir zamandı. Bu tesir altında etrafındaki eşya, kocası, çocukları gibi, Gülsüm de ona şirin ve güzel göründü.

Kıza bir bardak su getirtecek olsa, üç defa teşekkür ediyor, bazen onu yatağının yanına oturtarak bir akran, bir arkadaş gibi konuşuyordu.

Gülsüm, iki, üç gün içinde hastaya âdeta bir köpek sadakatiyle bağlandı.

Vaktiyle Bülent'i sevmeye başladığı zaman olduğu gibi, kız yine değişmeye, bambaşka bir insan şekline girmeye başlamıştı. Sesi yine tatlılaşıyor, kıyafetine, tavırlarına bir koketlik, bir ev kızı nazlılığı geliyordu.

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin