Gülsüm'e yine bir para biriktirme merakı gelmişti. Artık sokaktan on paralık bir şey almıyor, bulduğunu akşamdan akşama kendi eliyle, büyük hanımın dolabında saklı duran bir kumbaraya atıyordu.
Paranın menşei hakkında bir şüphe uyanmasın diye, aynı zamanda müfredatlı bir hesap veriliyordu :
— Bu hani simit al diye verdiğiniz yüzlük hanım-efendiciğim... Bu kuruşu Feridun Bey verdi... Bu yirmiliği de Seniye Hanımın odasını süpürürken buldum da, «Al senin olsun!» dedi. İsterseniz sorun.
Büyük hanım için bu tutumluluk gayet iyi bir alâmetti. Kızı teşvik için kendi de arada bir kumbaraya iki, üç kuruş atıyor :
— Aferin Gülsüm... İşte böyle olmalı... Para harç edip de ne olacak?.. Karnın tok, sırtın pek... Bu, böyle toplana toplana yüzlerce lira olur... Kendine mallar, mülkler alır, rahat edersin, diyordu.
Mamafih, Gülsüm'ün gözü o kadar uzaklarda değildi. O, bu para ile İsmail'e bir mevlûtçuk okutmayı aklına koymuştu. Küsmüş ölülerin gönlünü almak için bundan başka çare yoktu!
Konaktan Aksaray'a inen yol üstünde bir teneke kulübede iki dul kadın oturuyordu. Bunlar kardeşti. Büyüğü evlere çamaşıra, tahtaya giderdi. Küçüğü kördü; sekiz, on sene evvel çiçeğe tutularak gözlerini kaybetmişti. Bu kör kadının güzelce bir sesi olduğu için, ara sıra mahallenin küçük mescidinde fukaralara mevlût okurdu. Camilerde büyük hâfızlara mevlût okutmaya kudreti yetmeyenler, onun eline yirmi, otuz kuruş sıkıştırırlar; böylece hem işlerini görürler, hem de fazla olarak bir garip duası alırlardı.
İsmail'in mevlûdunu işte bu kör kadın okuyacaktı. Gülsüm'e bu fikri mevlûtçunun ara sıra konakta tahta silmeye gelen ablası vermişti. Büyük hanım havadisi işitince kızar gibi oldu. Kızın böyle kadınlarla sıkı fıkı olması, hele kendi horoz aklı ile başından büyük işlere kalkışması, hiç de doğru değildi. Ahretliklerin şeytanı hep bu çeşit kadınlardı. Bugün mevlût derken yarın kim bilir kulağına neler koymaya kalkarlar, iş maazallah kapıları açtırır eve hırsız almaya kadar varırdı. Mamafih, kızın arzusu çok temiz bir şey olduğu için Nadide Hanım «olmaz» demeye de cesaret edemedi ve bir daha kendinden habersiz böyle işlere girişmeyeceğine yemin ettirdikten sonra razı oldu. Evet, bunda pek bir fenalık yoktu. Fazla olarak arada bir fakir kör sebeplenmiş olacaktı.
Gülsüm'ün kumbarasından yüz kırk sekiz kuruş çıktı. Bu para, İsmail'in okunacak mevlûduna yeter de artardı bile.
Köşe başındaki şekerciden birkaç okka akide şekeri alındı. Gülsüm, bunları kendi eliyle uçurtma kâğıdından yapılmış allı yeşilli külâhlara yerleştirdi.
Hanımlar:
— Vay o ellerden çıkan şekerleri yiyeceklerin haline, diye aralarında gülüşüyorlardı.
Çocuklar, onu heyecanlandırmak için ara sıra külâhları kapıp kaçıyorlar, o, arkalarından koşarak yalvarıyor:
— Paşam, mevlût olsun da yine siz yiyeceksiniz... Ben yiyecek değilim ya, diyordu.
Mamafih, bazen akidelerin rengine dayanamayarak kendi de ağzına bir şeker atıyor, fakat sonra yaptığına utanıyordu.
Karamusallı sütnine, ara sıra alay çıkarmak için :
— Kız, sakın bu paranın arasına hırsızlık bir şey karıştırdınsa günah olur, diye soruyor. Gülsüm: «Vallahi hepsi helâl, on para çalmadım» diye yemin ediyordu.
Nihayet uzun hazırlıklardan sonra mevlût günü geldi. Nevnihal Kalfa, büyük bir merasime gidecek gibi, giyinip kuşandı, başörtüsünün altına yeşil gaz boyamasından bir krep bağladı. Rast geldiği büyük hanımı kastederek :
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılcık Dalları
General FictionKızılcık Dalları'nda, bir evlatlığın başına gelen olayları, kendi diliyle eşleşen bir masal diliyle anlatışı göze çarpar. Mutlu bir aile yaşantısına özlem, büyük bir anlam zenginliğiyle dile getirilmiştir. Kızı erken yaşta ölen bir ninenin, yüreği y...