10

11 3 0
                                    

Lalanın vakası ve bunun neticesi olarak, Gülsüm'ün hırsızlığı, bütün mahalleye yayıldı. Hanımefendiden aşçıya kadar, konakta herkes, bu hikâyeyi önüne gelene anlatıyordu. Çocuklarsa, bunu âdeta bir oyun haline getirmişlerdi. Evde, sokakta, mektepte her akıllarına geldikçe: «Gülsüm! Hani sen hırsızlık edip, dayak yediğin gece lala ne yaptıydı?» diyorlar, bacaklarını ayırıp, «şırr...» diye bağrışarak, Tahir Ağanın taklidini yapıyorlardı. Gülsüm'den ümidini kesmiş olmakla beraber, ara sıra yine onu okutmaya çalışan hoca: «Kız hırsızlığa aklın yatar da, neye bu okumaya yatmaz?» diye söyleniyordu.

Gülsüm, ilk zamanlarda çok utanmıştı. Misafirlere kahve götürdüğü zaman, birdenbire sustuklarını, tuhaf tuhaf birbirlerinin yüzüne bakarak gülüştüklerini gördüğü vakit, pancar gibi kızarıyordu. Fakat, yavaş yavaş bu utanma hissini kaybetti; daha sonra, başkalarına ait bir rezaletten bahsediliyormuş gibi, yüzsüz yüzsüz sırıtmaya başladı.

Mamafih Gülsüm'ün geceleri lalaya gitmeye zaten vakti kalmamıştı. Onun şimdi yeni bir vazifesi vardı. Sütnine yamaklığı...

Bülent'in sütninesi, ansızın hastalanmış, evine gitmeye mecbur olmuştu. Alelâcele bulunan yeni sütnine, Florina muhacirlerinden Nefise isminde bir kadındı.

Şahsına bakarsan, çam yarması gibi iriyarı, alı alına, moru moruna, dinç, ablak bir insan... Onu muayeneye gelen aile hekimi: «Maşallah, inek gibi sütü var!» demişti. Fakat, ne çare ki, sütninenin ineğe benzeyen yalnız sütü değildi. Gayet tembel, izansız, ahmak bir kadındı.

Senelerden beri, hizmetçinin, sütninenin türlü çeşidi ile uğraşa uğraşa insan sarrafı kesilmiş olan büyük hanım, bir bakışta onun ne mal olduğunu anlamıştı. Ne çare ki, tez elden başka birini bulmaya imkân yoktu.

— Ne yapalım, gayret yine dayıya düştü, dedi. Geceleri ben göz kulak olurum. Gülsüm de biraz bakıverir. Yoksa bu kadına çocuk emniyet edilecek gibi değil... Oturduğu yerde uyuyor... Ya memeyi çocuğun ağzında unutup boğar, ya üstüne abanıp ezer.

Bu, doğruydu. Gündüz olsun, gece olsun, iki dakikalık bir fırsat budu mu Allahaısmarladık, sütnineyi koydunsa bul. Hem de ne uyku... Onda uykunun ilk alâmeti burnunun yavaş yavaş kızarıp şişmeye başlamasıydı. Genzinde de, herhalde ahtapot olacak ki, zaten daima açık duran ağzı, o esnada büsbütün açılır, bu da kâfi gelmeyerek, arasıra başını tepedeki bir delikten açık havaya çıkarıyormuş gibi, boynunu uzatıp derin derin nefes alırdı.

— Sütnine... ne oluyorsun?... Bak, daha hepimiz gülüp eğleniyoruz... Hişt, ayol, uyansana!..

Sütnine, tabiî oralarda değil...

En sakin ve tatlı gecelerinde, en aşağı yarım saat yatağında bir yandan öbür yana dönmeden uyuyamayan sinirli küçük hanımlar için bu, yaradılışın korkunç bir sırrı gibiydi. Hele büyük hanım, Nefîse'nin horlamasına âdeta dehşetle bakar, masum yeşil gözlerini hayretle açıp gülerek etrafındakilere sorardı:

Nadide Hanım, sütnineye hayret etmekte haklıydı:

Bilhassa, o uzun sinir hastalığından sonra uykunun ona göre uyanıklıktan pek bir farkı kalmamıştı. Uyanıkken ne düşünüyorsa, uyurken de, ıstırap verici bir akıl karışıklığı içinde, yine onu düşünür; en küçük gürültüleri işitir, etrafında konuşulan lâkırdıları sabahleyin bir bir hatırlardı. Halbuki sütninenin uykusu bir muvakkat zaman için yok olma, mahvolma gibi bir şeydi. Yoksa bu dev gibi vücut, bu her birine bir insan otursa çekecek omuzlar, bu et, bu renk kolay mı kazanılır?..

Nadide Hanım, Gülsüm'le beraber, çaresiz, gece nöbeti bekliyor, kızı gayrete getirmek için, diller döküyordu: «Bak Gülsüm... Sen evin kızısın... Bülent senin kardeşin. Biliyorsun ya, memeden kesilince ona sen bakacaksın... Aman kızım, göreyim seni, uyuma...»

Gülsüm, kendine verilen ehemmiyetten memnun: «Peki hanım efendiciğim. Siz hiç merak etmeyin» diye, beşiğin yanında bir büyük şilteye diz çökmüş, uyku akan gözlerini parmaklarıyla açıyor, bir gürültü, bir ses olsun da, uyumayım diye ninni söylüyordu.

Bir zaman, Gülsüm ile hanımefendi arasında su sızmadı. Artık, her gece kıza elbiseler, potinler, çoraplar vaad ediliyordu.

Gülsüm, hanımefendiden aldığı kuvvetle sütnineye kâhyalık etmeye, «Şöyle yap, böyle yapma!» diye emirler vermeye kalktı. Ancak, bu fazla gayret kızın aleyhine oldu.

Sütnine, hanımefendinin kendine emniyet etmeyip de, bacak kadar çocuğa emniyet etmesine zaten tutuluyordu. Bu vaziyeti de görünce büsbütün kızdı. Gülsüm'e unutmaz, affetmez bir deve kini bağladı.

Hanımefendinin: «Sütnine bir şey isterse de, yiyemezse sütü zehirlenir!» diye bir nazariyesi vardı.

Haftanın kaç günü, günün kaç saat olduğunu bilmeyecek kadar gabi olan sütnine, boğaz işlerinde bir hayvan kurnazlığına malik olduğu için, hanımefendinin bu nazariyesinden gayet iyi istifade ediyor: «Dün gece düşümde, tahin helvası yediydim!», «Çocukların topunu elma sandıydım!», «Bizde emzikli kadınlara bal yedirirler, sütü bal gibi olurmuş!» yolunda basit yalanlar uydurarak dolabını yiyecekle dolduruyordu.

Sütnine, Gülsüm'den intikam almak için: «Hanımefendi! Bu kız, benim yiyeceklerimi çalıyor. Bir ziyanı yok. İlle sütüm kaçacak!» diye sızıldanmaya başladı.

Al sana hiç yoktan bir mesele. Büyük hanım, bir sütnineye, bir Gülsüm'e bakıyor, bir türlü işin içinden çıkamıyordu. Kadının, Gülsüm'ü, elinden gelse, bir kaşık suda boğacağı muhakkaktı. Onu hırpalatmak, daha iyisi odadan attırmak için, böyle bir iftira uydurmasına hiçbir mani yoktu. Fakat öte taraftan da, Gülsüm inanılır, başa çıkılır bir mahlûk değildi. Bahusus boğazına hiç sabredemezdi.

Sütnine, bu kadarla kalmadı: «Hanım, bu kız bana aksilik ediyor, kızdırıyor, kızıp döversem bana hatırın kalmasın ha...» diye ağız arıyordu.

İkide birde koskoca kadını azarlamak doğru olmadığı için, hanımefendi, yine çaresiz, Gülsüm'ü itip kakmaya başladı. Bir defasında sütnine, çocuğun bezlerini kuruturken, Gülsüm'ün kendisini mangala ittiğini söylemiş, «Yanacaktım, tatlı canlarım gidecekti!» demişti. Hanımefendi, dayanamamış: «Ayol sütnine, bari öyle bir şey söyle ki, yakışık alsın. Gülsüm seni yerinden oynatabilir mi?» diye gülmüştü.

Gülsüm, o dakika birkaç parmak büyük gibi olduğunu hissetmişti. Konakta ilk defa bir işte, ona hak veriliyordu. Sevincinden yaşaran şaşı gözleriyle uzun uzun büyük hanıma baktı. Onun ellerini öpmek için, derin bir ihtiyaç duyuyordu. Fakat cesaret edemedi, sevincini içine hapsetti.

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin