27

7 0 0
                                    

Bülent, yediye basmıştı. Demek ki Gülsüm, bu hesaba göre, konağa geleli yedi sene oluyor, yaşı on beşi geçmiş bulunuyordu.

O, şimdi artık bir genç kızdı. Boyu uzamış, çehresi güzelleşmişti. Gözlerindeki şaşılık bile artık insana batmıyordu.

Ancak, bu, onun sırf sükûn haline mahsus bir görünüştü. Fakat hareket ettiği, söz söylediği zaman son derece sevimsiz ve aptal bir mahlûk oluyordu. Nadide Hanımın onun için ne emelleri vardı:

Gülsüm, temiz, saf, atik, tetik bir kız olarak yetişecek, hanımefendisinin anahtarlarını beline takacak, konağa kilit kürek olacaktı. Ne boş hayal! O, şimdi eskisinden besbeterdi. Hırsızlığı geçmemişti. Ortadan hâlâ öteberi kayboluyordu. Bilhassa bir vakası konağı dehşet içinde bırakmıştı.

Yine Pendik'te hava tebdiline gittikleri bir yazdı. Nevnihal Kalfa, bir gece namaz kılarken seccadesi üzerinde, kendi kendine ölüvermişti.

Kışa doğru Saraçhanebaşı'na dönüldüğü zaman Gülsüm ne yapsa beğenirsiniz? Nevnihal Kalfa'nın sandığına anahtar uydurmuş, kadıncağızın cenaze için hazırladığı ne kadar eşya varsa çalmıştı.

Aradan birkaç ay geçtikten sonra, büyük hanım, bir gün tesadüfen bu sandığı hatırlamış, Karamusallı'ya:

— Kuzum, sütnine... Yukarıda galiba Nevnihal'in ötesi, berisi olacak... Şunları topla da bir fukaraya veriver... Evde böyle uğursuz şeyler istemem, demişti.

Karamusallı sütnine, yukarı çıktığı zaman ne görsün? Sandık tamtakır, kuru bakır... Gülsüm, Nevnihal'in kefeninden gömlek, yaşmağından başörtüleri yapmış da paralamış bile... Gördün mü soyzadeyi?..

Yalancıydı: Bir ayak üstünde kırk yalanın belini büküyor.

Edepsiz ve şirretti: Hiçbir lâkırdının altında kalmaz; hanımlara karşılık verir; evin çocuklarıyla baş koşardı. Orta hizmetçileriyle ellerini kalçalarına dayayarak, öyle bir kavga edişi vardı ki, göçebe çingenelerine parmak ısıttırdı.

Nihayetsiz derecede yüzsüz ve haysiyetsizdi. Nasihatlere aldırmaz, azardan utanmazdı.

En ağır sözleri hiç yüreğini oynatmadan, o dişlek ağzı ile sırıta sırıta öyle bir dinleyişi vardı ki, karşısındakinin içini şişirirdi.

Gayet fitne ve dedikoducu idi: Konağın içinde ondan ona, ondan ona lâkırdı götürür; küçük hanımları, damatları birbirine katardı. Bir defa Nadide Hanım, onun bir fitneliği yüzünden altı ay Feridun Beyle dargın durmuştu.

Ya aşüfteliği!.. Şimdi başlarına bir de bu çıkmıştı. Sokaktan bir erkek geçtiği zaman, yan beline kadar pencerelerden sarkıyor, seyir yerine gidilecek olsa peşine sıra sıra neferler takıyor, alışveriş için kapıya gelen zibidi sokak satıcılarına sırnaşıyordu.

Hanımefendi, gecenin birinde eve zampara almasından korktuğu için onu kilit altında yatırıyordu.

Nadide Hanım, bir zamandan beri Gülsüm'ün şerrinden konakta aşçı kullanamıyordu. Fakat, onun büyük hanımı en ziyade kudurtan hali: Evdeki erkeklere sırnaşmasıydı. Adamcağızlar, onu bir iş için yanlarına çağırdıkları vakit, ağızlarının içine girer, şaşı gözleriyle baygın baygın bakar. Hanımlara daima kafa tuttuğu halde, onların karşısında pervane kesilir. Dürdane, yahut Naciye Hanım: «Şunu şöyle yapmadın!» diyecek olurlarsa karşılık hazırdı. Fakat beylerin karşısında dünyanın en mazlum, en tatlı dilli bir kızı olur. Bu serseri, acaba ne umuyor? Beylerin aslan gibi karıları üzerine kendine bakacaklarını mı?

A mundar kirli kukla! Onlar, senin elinden bir bardak su içmeye iğreniyorlar.

Nadide Hanımın, damatlarından korkusu yoktu. Namuslu, ağır başlı insanlardı. Fakat, bu serserinin onları kendi gibi korkulu bir ahretlik parçasına tenezzül edecek ruhta insanlar sanması ihtiyar kadını çıldırtıyordu. Mamafih, bu işin tehlikeli bir tarafı da yok değildi. Ya bu ahlâksız kız, aşçı, işçi makulesi bir adamdan gebe kalır da damatlarının üstüne atarsa!.. Artık, işin yoksa mahkeme kapılarında sürün, dur.

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin