29

10 0 0
                                    

Bir yaz yine Pendik'te idiler.

Akşam üstleri deniz kenarındaki çamlığa, bir araba ile genç bir hasta getiriyorlardı. Bu, otuz yaşında bir kadındı. İlerlemiş bir veremi olduğu, yakın sancaklardan birinde mutasarrıf olan kocasının onu burada hava tebdiline getirdiği söyleniyordu.

Genç kadın, çamlığın ,bir köşesinde, arabasından inmeden bir, iki saat güneşe karşı oturur, sonra evine dönerdi. İki çocuğu ile bir hizmetçi vardı. Çocukların biri beş, biri yedi yaşlarında idi. Arkalarında hazırcı mağazalarından alınmış pahalı elbiseler vardı. Fakat anneleri kendileriyle uğraşamadığı için, şimdiden üstlerine bir öksüz hali çökmüştü. Paçaları sarkar, çorapları düşer, kopan düğmeleri dikilmez, uzamış saçları, zayıf, soluk yüzlerine inerdi.

Hizmetçi, siyah feraceli, ağbani başörtülü bir dışarlık kadını idi. Çocuklar, kumlukta kendi kendilerine oynarken, o, arabanın tekerleği dibinde çömelip oturur, etrafta bir iki Arnavut helvacıdan başka erkek dolaşmamasına rağmen, namaz bezini burnunun altından iğnelenmiş tutardı. Ara sıra dönme vaktine yakın mutasarrıfın da geldiği görülüyordu. Bu, saçları sıfır numara ile kesilmiş kırmızı yüzlü, uzun, kara bıyıklı kırk beş yaşlarında bir adamdı. Oldukça yakışıklı sayılırdı. Karısını tedavi için üç ay izin aldığı, bu müddet bittikten sonra hastayı çocuklarla beraber İstanbul'a bırakıp memuriyetine döneceği söyleniyordu. Bu adam hakkında komşularının pek iyi bir fikri yoktu. Hastasıyla hemen hiç meşgul olmuyor, her sabah bir bahane ile İstanbul'a inerek gurupta, hatta bazen daha geç eve dönüyordu. Sokakta rast geldiği genç kadınlara öyle yiyecek gibi bir bakışı vardı ki, hakkındaki dedikoduların doğru olduğuna şüphe bırakmıyordu.

Galiba, hasta kadın da bunun farkındaydı. Etrafındakilerle şimdiden alâkasını kesmiş, şimdiden başka bir dünyada yaşamaya başlamış gibi görünmesine rağmen, bu adamda hâlâ gözü vardı. Arabasının içinde güneşe karşı gözleri yarı kapalı yatarken, ara sıra başını yastıktan kaldırarak arka yola bakar, onun gelmesini beklerdi. Kocasını gördüğü zaman zayıf parmaklarıyla daima başörtüsünü, saçlarını düzeltiyordu.

Genç kadınlara bakmak bu adamda öyle müzmin bir illetti ki, karısıyla beraberken de bunu yapmaktan kendini alamazdı. Hastaya bu dakikalarda garip bir canlılık geldiği görülüyordu. Kocasını civardan gelen kadınlara bakmaktan menetmek, yüzünü kendine çevirmeye mecbur etmek için, âdeta yakasına yapışarak bir şeyler anlatır, belki yalan havadisler verirdi. Fakat, biçare kadın, bu mücadeleden çabuk yorulur, vücudunu tekrar yastığına bırakarak darılmış bir çocuk gibi kocasına başını çevirirdi.

Faciayı uzaktan merakla seyreden Nadide Hanım, hastanın bu dakikada ağladığını tahmin ediyor ve içi sızlıyordu.

İhtiyar kadın, bu ailenin hayatı hakkında fazla bir şey bilmiyordu. Fakat, onda nedense erkeğin çapkın ve zalim bir adam olduğuna, zavallı kadını gurbet ellerde ağlata ağlata bu hale getirdiğine dair bir kanaat hâsıl olmuştu.

Mutasarrıfı uzaktan kızlarına göstererek:

— Şu uşak kılıklı, manda herife dikkatli bakın, diyordu, böylelerinden insana hayır gelir mi? Nedir o kat kat ense, kır serdarı gibi bıyıklar... kim bilir elin evlâdına neler yaptı? Anlaşılan zavallı taze de bu ayıyı bir adam sandı, içlene içlene verem oldu.

Nadide Hanım, veremlilere acır, fakat onlardan son derece korkardı. Çoluk çocuğun bu hududu geçerek tehlikeli mıntıkaya girmesi şiddetle yasaktı.

Büyük hanım, mikrop nazariyesini öğrenmişti. Fakat onu yalnız ince hastalığa münhasır zanneder, başka hastalıklara aldırmadığı halde, veremliden son derece çekinirdi.

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin