34

10 1 0
                                    

Murat Bey, konakta yirmi beş gün misafir kaldıktan sonra, çocukları ve hizmetçisiyle beraber Anadolu'ya dönüyordu. Büyük hanım başta olduğu halde, bütün aile onu selametlemek için Haydarpaşa istasyonuna toplanmıştı. Mamafih, tren kalkarken çehrelerde hüzünden ziyade sevinç vardı. Çünkü ayrılık muvakkatti; iki ay sonra Nadide Hanım, Seniye'yi Murat Beyin bulunduğu yere gelin götürecekti.

Garip bir tesadüf olarak, o gün konaktan bir yolcu daha çıkıyordu: Lala Tahir Ağa... Adamcağızın bin türlü hastalıkları yetmiyormuş gibi, son zamanlarda zavallıyı bir de nüzul örselemiş, sağ kolu ile sağ bacağım işlemez bir hale getirmişti. Büyük hanım, müşkül bir vaziyette idi.

Konağın kırk senelik bir emektarını bu halde sokağa atmaya Allah razı olmazdı. Diğer taraftan onu bir hastaneye koymaya da imkân yoktu. Ailenin eski doktoru kendisine akıl danışan büyük hanıma: «Belki yarın ölür, belki yüz yaşına kadar yaşar... ne bileyim ben? Keramet sahibi değilim ki...» diyordu.

Hâsılı, içinden çıkılmaz bir dâva.

Bereket versin, Allah o sıralarda «Hasan Dayı» isminde bir köylü halk etti. Bu adam, lalanın emmi oğlu olduğunu söylüyor ve onu memlekete götürmeyi teklif ediyordu. Büyük hanım, bunun ne neviden bir akrabalık olduğuna akıl erdirememekle beraber teklifi hiç de fena bulmadı. Hasan Dayı: «Sen hiç kasavet çekme hanımefendi ...Ben onu el üstünde köye götürürüm, ölünceye kadar bakarız. Elbette bunca yıldır epeyce parası da olmuştur. Bir bu kadar daha yaşayacak değil ya; yeter de artar bile...» diyordu.

Büyük hanım, geniş bir nefes alarak:

«Para mı? İş ona kalsın...» dedi ve hemen ertesi gün altı aylık maaşını sarrafa kırdırarak lalanın birikmiş aylıklarını fazlasıyla verdi.

Tahir Ağanın vapuru Murat Beyin treniyle bir güne tesadüf ettiğinden lalayı selametlemek için, Giilsüm'le aşçıdan başka kimse kalmamıştı. Büyük hanım :

— Lalacığım... Gülsümle aşçı seni götürsünler... Biz de Haydarpaşa'dan dönüşte geliriz, dedi.

Tahir Ağanın rahat bir seyahat yapması için hiçbir fedakârlıktan geri durulmamıştı. Sirkeci rıhtımından Karadeniz'e harekete hazırlanan «Hacı Davut» vapurunun baş tarafında bir ambar kapağı üstünde ona güzel bir yatak yapmışlar, soğuk almasın diye etrafına bir perde germişlerdi. Yol devam ettiği müddetçe lala, burada keyif çatacak, her istediği zaman vapurun mutfağında onun çay ibriği kaynayacaktı.

Lalanın ayak ucunda oturan Gülsüm, onun bu konfordan memnun görünmemesine hayret ediyor, ikide birde içini çekerek: «Ah, ben senin yerinde olsaydım lala!» diyordu.

Lala, ortalık kararıncaya kadar hanımefendiyi ve çocukları bekledi. İkide birde Gülsüm'e :

«Hele bir bak Gülsüm. Sakın ola gelip de bizi görmemiş olmasınlar» diyordu.

Gülsüm, onların gelmeyeceğine emindi. Fakat, lalayı meyus etmemek için yalandan vapurun içinde dolaşıyor, rıhtıma bakıyordu. Nihayet, aşçı, ayağa kalktı:

— Ey bize gayrı izin, dedi, daha geç kalırsak belki bir şeyler söylerler.

Tahir Ağa ile Gülsüm, biraz evvel sakin sakin konuşurlarken, aşçının bu sözü üzerine, bir vaveylâdır kopardılar.

Lala, sel gibi gözyaşı döküyor, Gülsüm, hıçkırıktan boğuluyordu. Tahir Ağa, kızı tekrar tekrar öperek: «Gülsüm, bana hakkını helâl et... Gayri bizim görüşmemiz ahrete kaldı!» diyordu.

***

O akşam, konakta akla gelmez bir fırtına koptu.

Gece yarısına doğru herkes odasına çekilmişti. Büyük hanım da yatmaya hazırlanıyordu. Kapı hafifçe gıcırdadı, Gülsüm, bir şamdanla içeri girdi.

Nadide Hanım:

— Kız, sen daha yatmadın mı? diye sordu.

— Yatmadım hanımefendi. Uyuyamıyorum.

— Hasta mısın?

— Değilim hanımefendi... Size bir şey soracağım.

İhtiyar kadın, hayret ve endişe ile Gülsüm'ün yüzüne bakıyordu. Kızda bu gece garip bir asabiyet vardı.

— Neymiş o soracağın şey bakayım?

— Hanımefendi, bizim küçük hanımı Murat Beye vereceksiniz, değil mi?

— Allah kısmet ederse öyle olacak Gülsüm... Gece yarısı bunu sormaya mı geldin?

— ................

— Neye cevap vermiyorsun?

Kız, titremeye başlamıştı, bu defa sözü değiştirerek başka bir sual sordu:

— Bir hasta ölmeden evvel vasiyet ederse onu yerine getirmeli değil mi hanımefendi?

— Evet Gülsüm...

— Hasta ölmeden bir gün evvel bana bir vasiyet ettiydi hanımefendi...

— Ne vasiyeti?

— Söylemeye korkuyorum büyük hanım.

Büyük hanım, daha fazla korkuyor, tüyleri diken diken oluyordu. Fakat merak, korkuya üstün geldiği için, yalancı bir sessizlikle:

— Söyle kızım, korkma, dedi.

— Hanımefendi, hasta bana dedi ki: «Ben anlıyorum... Ben öldükten sonra sizin küçük hanımı Murat Beye verecekler... Eğer bunu yaparlarsa büyük hanıma de ki: «Hasta sana ölüm döşeğinde beddua etti... Evlâtlarının hayrını görmesin. Onlar da benim gibi birer birer gözünün önünde ölsünler.»

Büyük hanım, yırtıcı bir çığlık kopararak düşüp bayıldı.

Birkaç dakika sonra bütün konak halkı Nadide Hanımın odasında toplanmış bulunuyordu. Gecelik entarileriyle yalınayak odalarından fırlayan damatlar, ihtiyar kadını ayıltmaya uğraşıyorlar, küçük hanımlar: «Söyle katil... anneme ne yaptın?» diye çığlık çığlığa Gülsüm'ün üstüne atılıyorlardı. Nihayet, kaynanasını ayıltmaya muvaffak olan Feridun Bey, sert bir sesle: «Çekilin... onu bana bırakın!» dedi; hanımların sualini bir kere de o tekrar etti, cevap alamayınca asabiyetini yenemeyerek kızın yüzüne iki şiddetli tokat attı.

Gülsüm, kaçınmadı, bağırmadı; yalnız kirpiklerinde beliren iki damla yaş ağır ağır büyüyerek gözlerinin bütün siyahım kapladı. Sakin ve umulmayacak kadar düzgün bir dille:

— Hanımım ölmeden bir vasiyet etti. Büyük hanıma bir şey söyle, dedi. Onu söyledim... İsterseniz beni de öldürün.

Gülsüm, bu «beni de» sözünü bir maksatla mı söylemişti; yoksa rastgele ağzından öyle mi çıkıvermişti?

Bu esnada büyük hanım, derin derin inlemeye başlamış olduğu için, kızı odadan çıkardılar ve cezasını ertesi sabaha bıraktılar.

***

Fakat o, sabahı beklemeye lüzum görmedi. Tavan arasındaki yatağının kenarına oturarak karanlıkta birkaç saat dalgın dalgın düşündükten sonra mumu yaktı ve toplanmaya başladı.

Birkaç parça eşyası vardı. Bunların hepsini bir bohçaya koyup götürebilirdi. Fakat, kendisini hırsız diye polise tutturmaları ihtimalini düşünerek vazgeçti.

Sade hanımının ölmeden evvel verdiği bir resim ve hatıra kabilinden bir iki eşya vardı ki, bunların kendine ait olduğunu her zaman ispat edebileceği için, bir paket yapıp eline aldı. Yavaş yavaş merdivenlerden inmeye başladı. Ara sıra ayaklarının altında tahtalar gıcırdadıkça duruyor, etrafı dinliyordu.

Aşağıda taşlıkta lalanın oda kapısı açık kalmıştı. Karanlıkta onun boş kerevetine, sönmüş kırık mangalına bakarken elinde olmaksızın gözleri yaşardı.

Kapıyı açtığı zaman gökyüzü ağarmaya başlamıştı. Birkaç dakika caddede yürüdükten sonra, karşıdan bir fenercinin geldiğini gördü ve yüksek evlerin arasından henüz karanlıktan kurtulamamış dar bir sokağa saptı.

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin