35

30 1 0
                                    

«Taşhan» ın önüne geldikleri zaman şoför, otomobili yavaşlatarak:

— Nereye emrediyorsunuz? diye sordu.

İçerden bir ses azametli bir emir verdi:

— «Opera Meydanı» na...

— Yahu, sen nasıl şoförsün? «Opera Meydanı» nı bilmiyor musun?

Şoför, gülerek: «Anladım beyim» dedi.

Otomobil süratle «Karaoğlan» çarşısını geçerek «Bentderesi» yoluna saptı ve birkaç dakika sonra «Tabakhane» tiyatrolarının önündeki meydanlıkta durdu.

Bu gece, iki tiyatro arasında şiddetli bir rekabet mücadelesi vardı. Otomobil durur durmaz, tiyatroların renk renk bayraklar, resimler, fenerlerle süslenmiş antreleri önündeki mızıkaların ikisi birden başladı. Sağdaki alaturka bir şarkı, soldaki bir fokstrot çalıyor, davullar, ziller, borular birbirinin sesini boğmak için dehşetli bir gürültü yapıyordu.

Bundan başka sağ tarafın çağırtkanları: «Komik-i şehîr (!) Arif Bey burada... Gülünç komediler, millî rakıslar, «Odeon Bülbülü» Kadriye Hanım burada...

Sol taraftakiler ise:

«Dramlar, düetolar... Şark Greta Garbo'su meşhur Primadonna Mücellâ Suzan Hanım tarafından kantolar..» diye bağrışıyorlardı.

Biraz evvel şoföre burasını tarif eden genç, Nadide Hanımın elinden tutarak otomobilden indirdi:

— Halacığım... Bizim «Opera meydanımız» nasıl? Şehzadebaşı'nı aratıyor mu? diye sordu.

Gürültü, ihtiyar kadını serseme döndürmüştü. İki eliyle kulaklarını kapatıyor:

— İşitemiyorum, diye bağırıyordu.

Yaşı şimdi yetmişi geçiyordu. Vücudu daha zayıflamış, boyu küçülmüş gibi görünüyordu. Saçlarında bir tek siyah tel kalmamıştı. Fakat gözleri hâlâ eski, masum ve taze çocuk gözleriydi.

Bir dakika sonra meydanlığa bir ikinci otomobil geldi ve kafile tamamlanmış oldu: Feridun Bey, Naciye Hanım, Naciye'nin iki yetişmiş kızıyla, şimdi on altı yaşında, uzun boylu, güzel bir genç olan Bülent...

Saraçhanebaşı'ndaki konaktan kalanlar, aşağı yukarı bunlardan ibaretti. Dürdane karaciğerinden, Seniye apandisitten, Şakir Bey kalp hastalığından ölmüş, çocukların her biri, bir tarafa dağılmıştı.

Feridun Bey, şimdi Ankara'daki şirketlerden birinde muhasebeci idi. Beş aydan beri çoluk çocuğuyla beraber Cebeci istasyonu civarında bir evde oturuyordu. Nasrettin Hoca gibi: «Beşiğin arkası gurbet!» diyen Nadide Hanımı İstanbul'dan çıkarmak, balığı sudan çıkarmak gibi bir şey olmuştu. Fakat İstanbul'da hemen hemen kimsesiz kaldığı için, çaresiz onlarla beraber gurbete çıkmaya razı olmuştu.

Ankara'da bazı akrabalar da bulmuşlardı. Nadide Hanıma «halacığım» diyen genç onlardan biriydi. Sade «akraba» diye çağırdıkları bu çocuk, bir bankada çalışıyor, otelde oturuyordu.

«Akraba» ara sıra Cebeci'deki eve misafir gelir, delidolu lâkırdılarla büyük hanımın gamlı gönlünü avuturdu.

Bu geceki tiyatro eğlencesi onun ikramı idi. Bir akşam evvel yemekte:

— Aman, burada gayet alaylı bir tiyatro var, demişti. Yarın gece sizi de götüreyim... Meşhur Şark Greta Garbo'su Mücellâ Suzan Hanımı da görmüş olursunuz...

Nadide Hanım, geldi geleli sokağa çıkmamakta inat ettiği için yabanî gibi bir şey olmuştu.

Meydan, kalabalıktı; mızıkalar onu âdeta ürkütüyordu.

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin