11

10 3 0
                                    

Gülsüm, bir gece, beşik başında oturduğu yerde, bir rüya gördü: Amcası ile beraber, cami avlusuna benzer bir yerde geziyor... Burada göz göz bodrumlar var... Bodrumların birinde, bir pösteki üstünde İsmail yatıyor... Çocuk, büsbütün kötüleşmiş; gözlerinin karası üstünde leblebi büyüklüğünde iri şiş var, «Abla, ben, kör oldum!» diye ellerini uzatıyor... Gülsüm, hıçkıra hıçkıra uykudan uyanıyor. Çocuğu uyandırmamak için, evvelâ avuçları ile ağzım tıkıyor. Fakat hatırladıkça, düşündükçe vücudunu öyle bir alev sarıyor ki, dayanmak kabil değil... O kadar gürültü ediyor ki, sütnine uykudan uyanıyor: «Kız, sesini kes. Çocuğu uyandıracaksın!» diye onu tartaklıyor... Fakat, ne yapsalar nafile... Büyük hanım, karşıki odada, uykusunun arasında, onun sesini işitmiş, «Çocuğa mı bir şey oldu acaba?» diye deli gibi koşup gelmişti.

Kızın ağzından bir şey öğrenmek kabil değil... Sade «İsmail, İsmail'i isterim!» diye kendini yere çarpıyor.

Hanımefendi, tehditle, korku ile bu ateşi bastırmaya imkân olmadığını derhal anlamıştır: «Peki çocuğum... Şimdi sus... Yarından tezi yok, seni İsmail'in yanma gönderirim» diyor.

Gülsüm, onun huysuzlanan çocuklara karşı takip ettiği bu politikayı herkesten iyi bildiği halde, dizlerini öpüyor. Fakat, susmuyor. Nihayet, tavan arasındaki yatağına gönderiyorlar. Fakat, orada da inlediği, hıçkırdığı işitiliyor. Konak, yavaş yavaş uyanmaya başlıyor. Hanımlar, uyku sersemliği ile bu gürültünün sebebini anlayıncaya kadar epeyce bir heyecan geçiriyorlar. Fakat, anladıktan sonra da sükûn bulamıyorlar. Bu ses, eski konağa —gecelere mahsus, heybetli sessizliği içinde— bir cenaze evi korkunçluğu vermektedir. Sinirler yavaş yavaş bozuluyor. Seniye'de bayılma alâmetleri görülüyor.

Nihayet, gayret yine Binbaşı Feridun Beye düşüyor. Zabit, gecelik entarisinin üstüne bir pardösü almış, bir elinde şamdan, ayağında terliklerle pat, pat!» tavan arası merdivenlerini çıkıyor.

Evvelâ, o sert talim ve kumanda sesiyle: «Ateş kes!» der gibi: «Kız sesini kes!» diye bir emir veriyor, tesir etmediğini görünce, Gülsüm'ün yatağına kadar gidiyor ve daha kuvvetli bağırıyor: «Kes sesini diyorum, şimdi öldürürüm seni!» Fakat, kız onun yumruğundan korkmuyor, meydan okumaktan ziyade, lütuf ister gibi sesle: «Öldür, ben zaten ölmek istiyorum!» diyor. Feridun Bey, bu cümleyi birçok defalar Seniye'nin ağzından işitmiştir. Genç kız, bazı hüzünlü aşk romanlarını bitirdiği, yahut bazı şairane tahayyüllerden uyandığı vakit, artistik bir jestle: «Ben ölmek istiyorum!» der. Gülsüm, bu sözü muhakkak Seniye Hanımdan kapmıştır. Fakat, onun söyleyişinde büsbütün başka cinsten bir acı var.

Feridun Bey, şaşılacak bir hadise karşısındadır. Kardeşi için, hatta daha doğrusu, bir rüya için ağlayan, ağlamaktan şişmiş gözleriyle tâ yakından yüzüne bakan bu Gülsüm, bir kaç ay evvel hırsızlığı için dövülen Gülsüm'den bambaşka bir insan, âdeta matemine, hürmet edilmek lâzım gelen bir yaşlı kadındır.

Bazen, uzun senelerin yapmaya muktedir olamadığı bir inkılâbı bir anlık rüyanın esrarengiz tesiri birdenbire yapmış, Gülsüm'ü hayatın bir çağından başka bir çağına, çocukluktan kadınlığa, hatta analığa geçirmeye kâfi gelmiş gibiydi.

Binbaşının gayriihtiyari içi sızladı; yaslı bir kadını dövmeye kalkmış gibi, bir utanma hissi duyarak sağdan geri etti; başı önünde, mağlûp ve mahcup, merdivenleri indi. Kıza âdeta bir «pardon» demesi eksik kalmıştı.

Ertesi sabah, Gülsüm'ü sakin ve yaptığı şeyden biraz utanmış buldular. Utanmış, fakat aynı zamanda memnun, önüne gelene müjdeyi veriyor :

— Büyük Hanım beni İsmail'e gönderecek...

İnanmayanlara kızıyor, yemin üstüne yemin ediyor, teminat veriyor. Fakat, inananlar da onu memnun etmiyor. Çünkü, iki taraftan birinin mutlaka şüphe etmesi şartmış gibi, o zaman da kendinin itikadı sarsılıyor:

Kızılcık DallarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin