"Başkomiserim adamın adı Seo Yungjun, ev adresini yolluyorum."
Seungmin, adresi öğrendiği gibi Chan "Adamı alıp gelin direkt," demiş, eklemişti. "Hyunjin, yok, dur. Sen git, Felix benle gel, otopsiye gideceğiz."
"Tamamdır başkomiserim!"
Ekip direkt ayrılırken Changbin, Hyunjin, Seungmin ve birkaç ekip arkadaşı adamı yakalamak için yola çıkmış, Felix ve Chan da Chan'ın arabasına atlayıp adli tıpa gitmek için yola çıkmışlardı.
Arabadaki sessizliği bozdu Felix, yanındaki adama baktı. "Başkomiserim, yıllık izne çıkıp dinlenmenize sevinmiştim ama geri dönmenize daha da sevindim. Siz olmadan olmuyordu. Nasıl anladınız?"
"Haberinizi alıyordum," dedi Chan. "Bu kadar tatil de yeterliydi, zorlandığınızı duyduğumda geldim."
"İyi ki geldiniz."
Bu lafla Chan durmuş, gülmüş ardından da arabayı park edip Felix ile beraber içeri girmişlerdi. Direkt otopsi odasındaki camekan yere yerleşirlerken Jisung ve ekibi de gelmişti.
Jisung önce camekanın orada, ciddi bir yüz ifadesi ile duran polise baktı. Ardından da önüne dönmüş, gözlerini saate çevirmişti. "Saat on altı kırk iki, otopsi başlıyor."
Onlar otopsiye başladı, Chan ve Felix de duydukları ve önemli gördükleri bazı şeyleri tartışmışlardı. İki buçuk üç saatlik bir otopsinin sonunda Jisung odadan çıkarken Chan da oturduğu yerden doğruldu, ikisi de göz göze gelmiş, yüz ifadesi ciddi dursa da gözlerindeki parıltıları başkomiser fark etmişti.
Gerekli bilgileri verdi Jisung, başını salladı. "Raporu da tamamlayınca size vereceğim."
İkili teşekkür etti, Jisung da ekibi ile çıkmış, çıktığı gibi derin derin nefesler almıştı. Koridorda tek başına yürürken çok geçmedi, birkaç dakika sonra Chan'ın sesini duydu.
"Biraz konuşabilir miyiz?"
Sonunda gelmesi ile heyecanla başını salladı Jisung, gülümsedi. "Olur."
İkisi onun odasına geçmiş, doktor heyecanını dindirmeye çalışırken kapıyı kapatıp odaya tereddüt dolu birkaç adım atmıştı başkomiser, en sonunda göz göze geldiklerinde "Nasılsın?" diye sordu ilk.
"İyiyim," cevabını aldı. "Sen?"
"İyiyim ben de, gördüğün gibi." İç çekti Chan, elindeki dosyayı masaya bıraktı. İkisi de ne konuşacağını bilemiyor gibi bakıyorlardı birbirilerine, önceden hiç böyle değillerdi. "Hâlâ bıraktığım gibisin," dedi komiser. "Ara vermeden çalışıyorsun."
"İzne çıkmışsın sen de... Seni tanıdığım zaman boyunca hiç yapmamıştın."
Chan duraksadı, kelimelerini toparlamaya çalışırken dudağını ısırdı. "İşlerimi bitirdim," diyebildi. "Yapabileceğim, zorlayabileceğim noktaya kadar zorladım kendimi ve bunların hepsi bittiğinde... Sana yaşatamadığım hayatı yaşamayı deneyimlemek istedim."
"Nasılmış?" diye mırıldandı Jisung, sesi titremediği için kendini şanslı sayıyordu ama şimdiden vücudu ağlamaya hazır tepkiler vermeye başlamıştı bile.
"O gün, ayrılırken yani, söylediğin sözleri daha da iyi anlamamı sağlayacak kadardı. Herkesten uzak, aklım işte olmadan... Böyle günler geçirmek güzel olabilirdi ama olmadı, sen yoktun, sadece sözlerini daha iyi anladım."
Jisung sessizce başını salladı, ikisi bir süre diyecek bir şey bulamazken Chan "Olmadı," deyip bozdu bunu. "Denedim, seni bırakmak istedim, seni kendimle strese sokmayı bırakmak istedim... Jisung olmadı, olmaz mıyız yeniden?"