Bir hafta.
Koca bir hafta olmuştu.
Monaco'daki o lanet gece, en yakın tarihli uçağa bilet alıp evime geri dönmüştüm.
Keza Asrın'la aramızda bir ilişki olmasa dahi, sabah benimle sevişip akşamında soluğu o kadının yanında alması, ne kadınlık gururumun ne de kendime olan saygımın kaldırabileceği bir şeydi.
Odaya girip de Asrın'la göz göze geldiğim anda, hiçbir şey söylememiştim bile. Histerikçe gülmüştüm sadece. Ardından Gizem'e dönüp içten bir şekilde teşekkür etmiştim. Belki yöntemi doğru değildi ama karşıma çıkmasaydı ne kadar aptal olduğumu ve kendimi kullandırttığımı çok geç fark edecektim.
Gecenin bir yarısı havalimanını bulmaya çalışırken sicim gibi akan gözyaşlarım işimi hiç kolaylaştırmamıştı. Bir şekilde kendimi eve atmıştım işte... Nasılı önemli miydi sanki?
Asrın için ağlamayacaktım. Evet ona bağlanmış olabilirdim, evet belki de aşık olmuştum! Ama duygular kontrol edilebilen şeylerdi ne de olsa... Benim canımı yakan kendimi böylesine çiğnemiş olduğum gerçeğiydi ve bunu aşamamıştım.
Pazartesi sabahı beş gibi uyandığımda beynim zonkluyordu. Bir haftadır hayatla pek bir bağlantım yoktu. İlk iş olarak kalkıp duş aldım, saçlarımdaki düğümleri çözmek zaman almıştı. Ardından okuldan gelen maile baktım, devamsızlık konusunda bir uyarı almıştım.
Kendime daha fazla eziyet etmeyecektim. Asrın kimdi benim için bu saatten sonra? Tatsız bir anıdan ibaretti gözümde. Onu düşünmek manasızdı, yarayı deşip iz bırakmasına izin veremezdim. Kendime çekidüzen verip okula gidecek, derslerime girecektim elbette!
Dediğimi de yaptım, aksi gibi ilk dersimiz onaydı ama bunu sorun etmemeliydim. Tensel bir şeyler yaşamıştık, ne kadar zor olabilirdi atlatmak? Onun için hiçbir anlam ifade etmiyorsa benim için de etmiyordu.
Güzelce giyindim, bakımımı yaptım, saçımı hoş bir örgü modeli yaptım. Ardından derslerime girmek üzere okula gittim. Bir şeyleri yapmak her zaman söylemekten daha zordur. Yine de ders boyu benden ayrılmayan bakışlarına hiç karşılık vermedim. Dersin ortasında çıkıp gittiğindeyse yine bunu umursamadığımı belli etmiştim. Ne bekliyordu, peşinden koşmamı mı?
Beni aptal yerine koymuş olmasına izin versem de bu rolü devam ettirmeyecektim. Kalan derslerimi de tamamlayıp eve döndüm. Ödevim olan essayi yazmak için bilgisayarın başına oturdum ancak gün boyu bir şey yememiş olmanın verdiği bitkinlikle, masanın üstüne kollarımı koyarak uyuyakalmıştım.
Uyanışım ise sertçe çalınan kapımla oldu. Kapıdaki her kimse oldukça sabırsız olmalıydı. Uyku sersemliğiyle yürüyüp kapıyı açtım.
Asrın Akdemir mi karşımdaydı yoksa ben hala uykudan uyanamamış mıydım çözemedim. Keza karşımdaydı ancak yakası paçası dağınık, gözleri kızarık ve buram buram alkol kokuyordu.
Tiksintiyle baktım yüzüne. "Ne işin var burada?" Sesim buz gibiydi.
Burnunu çekti. "Özledim!"
"Cehennemin dibine kadar yolun var!"
Kapıyı kapatmayı denesem de ayağını koyup engel oldu buna. "Asel, yalvarırım dinle. Bak be-"
"Konuşma Asrın. Bir haftan vardı, aklın başına anca geldi öyle mi? Siktir oradan."
"Güzel dudaklarına da küfür hiç yakışmıyor ki..." Dili dolanıyordu. Bu adam nasıl sarhoş olmuştu o bünyeyle?
"Kes sesini!" dedim öfkeyle. "Güzelmiş. Asrın gidiyor musun polis mi çağırayım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANRIÇA (+18)
Romance"Parmaklarımı ıslaklığında hissetmek hoşuna gidiyor, değil mi küçük melek?" "Profesör, böyle konuşmayın!"