Takip eden günlerde, reglim hafiflemiş hatta bitmek üzereydi. Asrın ise bahane ederek yanıma gelebileceği bir şeyi kalmadığından sürekli tuhaf sebepler uydurarak kapımda bitiyor, çoğu kez onu içeri almadan geri yolluyordum.
Biraz naz aşık usandırmazdı. Sonuçta kabahati büyüktü, o gece neler yaşandığını anlatmış olsa da olayı başka şekilde yönetse, o 4 gün bizim için güzel bir tatil olabilirdi. Şimdi ise ikinci gününde tek başıma apar topar evime döndüğüm tatsız bir anıydı.
Asrın'ın pişmanlığını gözlerinden okuyabiliyordum. Bu içimde bir his peydahlıyor, kalbimin ezilmesine sebep oluyordu. Çoğu kez kampüste ben arkadaşlarımla günlük sohbetler ederken üstümde hissettiğim gözlerle etrafıma bakıyor; her seferinde de beni ya odasının camından, ya bahçeden ya da uzakta bir yerden dalgınca izleyen Asrın'ı görüyordum.
O 2 hafta istemişti benden, affedeceksem bile iki haftası dolmadan bunu ona belli etmeyecektim, henüz daha 6. günündeydik! Yelkenleri bu kadar hızlı suya indirmemeli, ona beni üzmemesi gerektiğini hatırlatmalıydım. Aksi takdirde insanlar, karşısındakine karşı sevse dahi acımasız davranabiliyordu.
Son yaşanan durumların doğurduğu bir sonuç olarak, zaten tanıştığım ama çok samimi olmadığım birkaç kişiyle arkadaşlığımı geliştirmiştim bu günlerde. Audrey vardı, son derece tatlı bir kızdı ve Edinburgh'ten geliyordu, sevgilisi Oscar ile imrenilecek bir aşk yaşıyorlardı. Bunun yanında Grace, bir dönemdir amfide hep yan yana otursak da ilişkimizi yeni yeni geliştirebildiğim bir kızdı. Son olarak Noah da, Polonya'dan buraya okumaya gelmiş sıcakkanlı bir insandı.
Şimdi ise hep beraber, Oscar'ın arabasında brunch etkinliğine gidiyorduk. Bugün öğleden önceki derslerimize girip buluşmuştuk, plan ise dün yapılmıştı. Arabada hoş bir sohbet dönerken ben Oscar ve Audrey'nin flörtleşmelerini gülerek izliyor, onlar da bunu fark ettiklerinden işi dramatikliğe döküyorlardı.
Gülerek geçen araba yolculuğundan sonra güzel bir otelin lobisine girerek Noah'nın bizim için ayırttığı masaya oturduk. Masada dönen muhabbet, okuldaki hocaların ve profesörlerin ne kadar sıkıcı olduğuydu.
"Tanrım, o adamdan nefret ediyorum!" dedi Grace dekandan bahsederken. "Aptal moruk! En yaşlımızın 25 yaşında olduğu bir kurumu 74 yaşında bir adama yönetmek için bırakırken ne düşünüyorlardı ki?"
Audrey de onu onayladı. "Koskoca fakültede yaşımıza en yakın kişi Asrin profesör! O da 30'larında gerçi ama temizlikçiler bile 40'larının sonundayken bundan şikayet etmeyeceğim."
Adını duymak bile midemin kasılmasına sebep olmuştu. Ah, onu gerçekten çok özlemiştim...
"Öyle söylemeyin," dedi Oscar az sonra başına açılacak beladan habersiz gülerken. "Bayan Eliott oldukça çıtır ama aynı anda olgun bir kadın!"
Audrey kaşlarını kaldırıp son derece ciddi bir bakışla sevgilisine döndü. "Çıtır derken, Oscar?"
"Yalan mı sevgilim?" dedi Oscar, İngilizlere özgü sütlü çayını içerken. "Tam bir yavru-kuş." (Arkadaşlar chick'i nasıl çevireceğimi bilemedim...)
"Hmm, öyle mi?" Audrey ayaklandı. "O zaman ben gidiyorum Oscar, bir sonraki arkadaş buluşmasına Bayan Eliott'u davet edersin!" Arkasını dönüp çekip gittiğinde Oscar da kendini açıklamaya çalışarak peşinden kalktı. Audrey çok fenaydı, keza giderken Oscar'a çaktırmayarak bize dönüp göz kırpmıştı. Şu an yaptıklarının tamamen rolden ibaret olduğunu da bu şekilde anlamış ve masada hepimiz kahkaha atmıştık. Tek gülmeyen kişi, üstünü düzelterek sevgilisinin peşinden koşan Oscar'dı.
"Ne kadar da şirinler," dedi Grace iç çekerek. "Sanırım yalnız öleceğim!"
Karamsarlığını dindirmek istercesine dönüp gülümsedim. "Böyle söyleme Grace, elbette bir gün yolun beyaz atlı prensinle kesişir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANRIÇA (+18)
Romance"Parmaklarımı ıslaklığında hissetmek hoşuna gidiyor, değil mi küçük melek?" "Profesör, böyle konuşmayın!"