Saat akşama ilerlerken, güneş artık yerimi aya bırakırken Asrın'la ben iki ayrı koltukta yayılmış oturuyorduk. O birkaç makale inceliyor, ben de edX üzerinden eğitim tamamlamaya çalışıyordum.
O akşam pek bir şey yapmadık, ilişkimizin gidişatı hakkında konuştuğumuz iki saatlik bir zamanın ardından akşam yemeği yiyip uyumaya gitmiştik. Yarın ikimiz de okula gidecektik, artık zorundaydık. Keza yine devamsızlıklarım tavan yapsın istemiyordum, Asrın bu haftaki derslerini haftaya kaydırmış olsa da yarın 2 saat dersi vardı.
Beraber sarmal dolaş uyuduğumuz gecenin ardından ilk uyanan yine Asrın'dı, biraz geç kalktığımızdan kahvaltı hazırlamaktan ziyade ikimize de sandviç yapmıştı. Beni öpe öpe uyandırıp giyinmemi izlemiş, ardından sandviçi elime tutuşturup 'Hadi!' diyerek kalçama şaplak atmayı ihtimal etmemişti.
Peşinden daha ayılamadığımı belli eden paytak adımlarla yürürken otoparka geldiğimizi, Asrın'ın aniden durması ve benim zor taşıdığım kafamı onun sert sırtına çarpmamla fark etmiştim. Benim tarafımdaki kapıyı açıp elimden tutarak bindirdi ardından kendisi de sürücü koltuğuna geçti. "Seni B kapısında bırakayım mı?"
"Olur," dedim açtığı ılık fanın verdiği mayıştırıcı etkiyle. Biraz daha uyumak istiyordum!
"Bebeğim," dedi Asrın otoparktan henüz çıkmadan. "Ayılman lazım."
"Ama olmuyor," diye mırıldandım zorla. Bir anda dudaklarımda hissettiğim dudaklarla nefesim kesilmişti. Asrın beni öpüyordu, öpüşüne karşılık versem de bir yerden sonra nefesim yetmedi. Kafamı geri çekmeye çalışsam da Asrın dudaklarımızı ayırmaya niyetli değildi. Sonunda kafasını geri çektiğinde fal taşı gibi açılmış gözlerim ve nefes nefese olan ciğerimle kalakaldım.
"Bence ayıldın," dedi Asrın gülerek. Omzuna vurdum. "Çok kötü bir adamsın!"
"Seviyorsun ama beni," dediğinde mağlubiyetle kollarımı göğsümde birleştirdim. 10 dakikalık sürüşün sonunda B kapısının önünde indirdi beni. Hava fena değildi, biraz üşüsem de şarkı mırıldanarak derse yürüdüm. Açık hava iyi gelmişti.
50 dakikalık dersin ardından verdiğimiz arada derste mor defterime aldığım notlara bakarken yanıma yaklaşan silüetlerle kafamı kaldırdım. Bunlar Oscar ve Audrey'di. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutsam da Audrey'nin samimiyetsiz gülümsemesiyle kendime engel olamadım ve notlarımı okumaya döndüm.
"Selam Asel!" dedi Audrey. Oscar da baş selamı verdi. Audrey'den ziyade mahçup görünüyordu.
"Size de," dedim kısaca. Audrey devam etti. "Nasıl gidiyor?"
"İyi." Onlarla sohbet etmeyecektim elbette! Grace bana fahişe derken Audrey kıs kıs gülmüştü. Hiçbir halt bilmediklerini biliyordum sadece aşağılanmış olmam hoşlarına gitmişti. Burada işler böyle ilerlerdi, ne kadar iyi bir insan olursanız olun İngiliz değilseniz sorunluydunuz.
Oscar utana sıkıla konuştu. "Seninle konuşmak istedik."
Kaşlarım alayla havalandı, istemsizce hafif bir gülümseme peydahlandı dudaklarımda. "Bana daha çok yalnız kalmak istememişsiniz gibi geldi."
"Hadi ama Asel!" dedi Audrey. "O anlık gafletle güldüm, bunu yapmamam gerekiyordu biliyorum! Dostlar hataları hoş göremez mi?"
"Dost mu?" dedim ironik bir tonda. "Ben almayayım."
"Off," diye nefes verdi Audrey. "Biz özür dileriz, yine de konuşmak istersen buralardayız."
Ters bir bakışla suratını süzdüm. Rahatsız hissetmiş olacak ki tuhaf bir ifadeyle arkasını dönüp uzaklaştı. Tam onlar gitmişti ki Noah sıranın ucuna oturup kalçasını kaydırarak yanıma geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANRIÇA (+18)
Romance"Parmaklarımı ıslaklığında hissetmek hoşuna gidiyor, değil mi küçük melek?" "Profesör, böyle konuşmayın!"