Elimde valizimle, 1 hafta önce indiğim havalimanında 3 saattir uçağımı bekliyordum. Bu süreçte çok düşünmüştüm, Asrın'a ne diyeceğimi çok tasarlamıştım. Hiçbiri aklıma yatmamıştı keza karşısına çıktığımda hafızamın sıfırlanacağını biliyordum. Bu yüzden bir yerden sonra kafamı, oturduğum koltuğun sırtına yaslayıp tavanı izlemeye başladım.
"İstanbul'dan Londra'ya gidecek olan yolcuların dikkatine..." diye başlayan anons ise birkaç dakika sonra havaalanında yankılanmıştı. Anons üzerine olduğum yerden kalkıp valizimi çeke çeke sıranın olduğu yere ilerledim. Bir yarım saat kadar da orada bekledikten sonra uçağa binmiştim.
-
Yaklaşık üç buçuk saatlik bir yolculuğun sonunda Londra'ya vardığımda saat akşam dokuzdu ve ben kendi semtime varır varmaz eve uğramadan Asrın'ın yanına gidecektim.
Zaten bir hafta kaybetmiştim... Tanrım! Beni kabul etmezse ne yapacaktım? Bu hikaye böyle mi bitecekti?
Öyle güzel başlamıştı ki... Bana ilgi duyan, beğendiğim bir adamın attığı adım ve peşinden gelen yakınlaşmalarımız, beraber geçirdiğimiz geceler, beraber olduğumuz o envai çeşit yer, söylediği cümleler, sevgi sözcükleri... Onu görünce hızlanan kalbim, bana dokunduğunda uyuşan tenim, kafamı boynuna yaslayıp kokusunu aldığımdaki huzurum, beni sevdiğini gösterirken ve söylerkenki mutluluğum...
Hayat acı da olsa bir şekilde her güzel başlayan hikayenin güzel bitmediğini öğretmişti bana. İçimden öyle büyük dilekler tuttum ki bu güzel hikayenin sonunun da güzel olması için, belki de bir sonu olmaması için...
Yaklaştıkça daha hızlı çarpan kalbim sanki avucumdaydı, sımsıkı tuttuğum valizin çekeceğini peşimden sürükleye sürükleye kırmızı otobüse bindim. Normalde olsa Türkiye'ye gitmiş olmak, Türkiye'den dönmüş olmak benim için güzel bir histi; mutluluk vericiydi ama şu son bir haftada en son ne zaman mutlu olmuştum ki?
Sonunda otobüs Asrın'ın evine beş dakika uzaklıktaki durakta durduğunda alelacele çıktım kapıdan, valizi az kalsın unutacaktım heyecandan. Son dakika arkamdan seslenen adamla beraber dönüp almıştım. Beş dakika sanki yürü yürü bitmedi, o yol uzadı, uzadı, uzadı... Nereden baksanız yirmi dakika sürmüştü ama saatimin göstergesi sadece üç dakika ilerlemişti.
Asansöre binip kırk ikinci kata tuşladım, benim parmak izimi okumayacağını bildiğimden kırk üçe basmamıştım. Bunun yerine tuşladığım katta inip merdivenleri çıkarak siyah kapının önünde durdum. Derince yutkundum. Üç beş kez nefes aldım, bol bol oksijen depolamaya çalışsam da ciğerlerime yetmedi. En sonunda titreyen elimi kaldırıp yumruk halinde üç kez kapıya vurdum ve seneler süren bekleyişim başladı...
Seneler diyorum çünkü bu; bitmeyen yoldan da bir türlü kata çıkamayan asansörden de daha uzun gelmişti bana. Oysaki içimden saydığıma göre Asrın kapıyı otuz beşinci saniyede açmıştı.
Karşımda dağınık saçları, uykulu gözleri ve alelacele, az önce üstüne geçirdiği belli olan tişörtüyle görünce ağlayasım geldi ve sanırım öyle de yaptım çünkü yanağımdan akan sıcak sıvının başka bir açıklaması yoktu.
Asrın başta kaşlarını çattı, birkaç saniye yüzümü inceledi, yanağımdan süzülmeye başlayan yaşı takip etti gözleriyle, ardından bir kez daha suratıma baktı yumuşayan bakışlarıyla.
Tek bir cümle kurabildim. Onu da kurabildim mi bilmiyordum açıkçası. Yarım yamalak çıkmıştı ağzımdan hıçkırmaktan. "Ö-özür dilerim."
Ardından ellerimle yüzümü örtüp katıla katıla, omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. Asrın ilk kez o an konuştu, elleri omzumu sararken "Gel buraya," demişti sadece. Bedenimi göğsüne çekti ve çok özlediğim, belki de en özlediğim şey, kokusu ciğerlerime doldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANRIÇA (+18)
Romance"Parmaklarımı ıslaklığında hissetmek hoşuna gidiyor, değil mi küçük melek?" "Profesör, böyle konuşmayın!"