Altay, hasret kaldığı deniz gözlere bakarken mutluluğunu gizlemiyordu. O gözlerde gördüğü şaşkınlık, keyifli bir kahkaha atma isteği uyandırıyordu içinde ama tutuyordu kendini.
" Öğrencilerimize kendini tanıt ve sana verdiğim fotokopileri dağıt. "
Altay, hocasını başıyla onayladıktan sonra konuşmak için birkaç adım öne çıktı.
" Ben Altay Sıraç. Tıp Fakültesi mezunuyum. Bir sene boyunca beraberiz. Dersinin asistanlığını yapacağım ve siz, herhangi bir sorununuz olursa bana geleceksiniz. Dersinize devamlı olmamakla birlikte gireceğim. Beni öğrenci işleri bölümünde bulabilirsiniz. "
Sözlerini bitirdikten sonra elindeki dosyadan fotokopi kağıtlarını alarak ön sırada bulunanlara birer tane verdi. Geri kalanları arkaya doğru uzatmalarını istedikten sonra, eski yerine geçip oturdu. Şu an burada olduğuna, Asya'nın tam karşısında olduğuna inanamıyordu. Asistanlığa başlamak gibi bir niyeti yoktu aslında ama o gün Asya'yla telefonda konuştuktan sonra birden aklına gelmişti. Ders ortalamalarının oldukça iyi olması ve hocaları tarafından sevilmesi, bu işi almasında çok yardımı olmuştu. Mezun olduğu okulun dekanıyla görüştükten sonra birkaç hocasıyla da görüşmüş ve Ahmet Kutlu'nun asistanlığını sonunda almayı başarmıştı. Elbette bunda hocası Kemal Güngör'ün de payı büyüktü. O araya girmeseydi hiçbir şekilde başaramayacağını biliyordu.
Ama sonunda buradaydı. Sevdiğinin birkaç metre uzağında. Bu bile yeter diye düşündü Altay. Bu bile yeterdi... Cehennem azabı gibi geçen günlerden sonra, bu yakınlığa şükrediyordu.
Geçmişin gölgesinde yaşar bazı hayatlar... Ne yapsanda, ne kadar uğraşsanda kurtulamazsın o boşluktan. Dibi görünmeyen karanlık gibi çeker alır seni en kuytularına... Sen farkında olmadan... Fark etmezsin sonsuzluğun boşluğunda savrulduğunu. Ta ki güneş gözlerine değene kadar... Işığı yakar önce seni. Kaçmak istersin güneşin parıltısından... Ama alışınca gözlerin, ısınınca kalbin bir daha düşemezsin o karanlığa... Aşkın ateşiyle mühürlenmiş gözlerin bir daha karanlık hayatlara açılmaz. Böyleydi işte Altay. Yüreğinde taşıdığı sevdası, baharı getirmişti yüreğine...
Sevdasını anlatmak için kelime bulamıyordu Altay... Ne yapsa ne söylese bir parça eksik kalıyordu. En çok neyimi seviyorsun diye soran Asya'ya hiç düşünmeden gözlerini diyordu... Denizden kopup gelmiş iki mücevherdi hayatını aydınlığa çıkaran...
Bakışları Asya'nın üzerinden bir saniye olsun ayrılmıyordu. Onu görmeden günlerin acısını çıkarmaya çalışıyor, hasretini dindirmeye uğraşıyordu. Kalbinin göğsünü dövercesine atmasını bile özlemişti. Bir de yanında olsa... Özlediği kokusuyla sarmalansa... İşte o zaman tam olacaktı Altay.
Ders bitmiş hoca sınıftan çıkmıştı. Kendisi de masada bulunan dosyaları topluyordu. Ama bu toplama, gereğinden fazla uzun sürmüştü. Yanına gelen birkaç öğrenci ile kısaca tanıştığı sırada Asya'nın kapıdan çıkıp gittiğini gördü. Yanındaki öğrecilere işi olduğunu söyleyerek hızla peşinden gitti. Kalabalık gruplar yüzünden Asya'nın hangi yöne doğru gittiğini göremiyordu. Sonunda gördüğünde, koşarak yanına gitti. Birkaç adım ötesindeydi küçük sevgilisi. Adımlarını biraz daha hızlı atarak ona yetişti ve kolundan tutup hizmetliler odası yazan yere götürdü.
Asya'nın çırpınışlarına aldırmadan sardı kollarıyla. Burnu, hasretini çektiği kokuyla dolarken derin bir rahatlama yaşıyordu. Bu koku olmadan geçirdiği günler geri de kalmıştı artık. Asya'nın yüzünün her bir köşesine sayısız öpücükler konduruyor, artık yanındayım diye fısıldıyordu. Asya'nın tepkisizliğini fark ettiğinde, bir adım geri çekilerek sevdiği kızın yüzüne baktı. Ters giden bir şeyler vardı ve Altay; ne olduğunu anlayamıyordu.