Sarp, son anda yetişebilmişti taksiye. Kızdı kendine, biraz daha erken kalkmadığı için. İşe böyle ucu ucuna yetişmek ona göre değildi. İş yerine vardığında kimseyle konuşmadan odasına çıktı. Dünden kalmaydı ve başı inanılmaz ağrıyordu. Bu ara başının ağrımadığı bir zaman var mıydı acaba? Işık'la kavga ettiği günden beri telefonunu açmıyordu ve Sarp'da gurur yapıp okula gitmiyordu. İkisinde de kesinlikle keçi inadı vardı. Birinden biri kırılacaktı sonunda ama inadı kırılan kesinlikle Sarp olmayacaktı.
Telefonuna gelen mesajı açtığında ilk başta ne olduğunu anlayamadı. Görüntü netleştiğinde çakıldı olduğu yere. Kıpırdayamadı... Işık bir başka adamın kolları arasında dans ediyordu. Yüzleri net değildi ama Sarp dans edenin Kubilay olduğunu çok iyi biliyordu. Sinirleri iyice gerilmişti ve birine patlaması an meselesiydi. Kimseye görünmeden çıktı şirketten. Ayrılalı 2 gün olmadan Işık hanım kendini başka birinin kollarına atmıştı. Kendisi neyi bekleyecekti ki? Kendisini istemeyen birine ne yapabilirdi? Alt tarafı o şirkette çalışmanı istemiyorum bizim şirkette stajını yap demişti ama Işık hanım bu, kabul eder miydi hiç... Arabasını da gece gittiği barda bırakmıştı. Sahile çıktı. Hava da kendi içi gibi karanlıktı. Bulutlar sarmış her bir yanı, yağmur ha yağdı ha yağacak.. Hissettikleri de böyle değil miydi? Bıraksa kendini, çökmez miydi şuraya? Ama bırakmayacaktı kendini... Yeni bir yol çizecekti kendine Işık'ı olmadan, karanlıkta kalsa bile, devam edecekti...
Asya, beline dolanmış kollardan kurtularak yatakta yan döndü. Şimdi sevdiği adamla yüz yüzelerdi. Kapalı göz kapaklarını okşadı önce... Eli bu defa da yanağına dokundu. Usulca okşadı... Ne çok seviyordu bu adamı... Yataktan kalktı ve odadan çıktı. Dün bir kutu çekmişti dikkatini. Oldukça eskiydi. İçinde ne olduğunu merak etse de bakmamıştı dün. Salona geçip konsolun alt bölmesinin kapağını açtığı an gördü kutuyu. Kıkırdamasına engel olamadı.
Bakalım Altay beyimiz bizden ne saklıyor...
Kutuyu açtığında, içinden bir sürü kağıt ve fotoğraf çıktı. Fotoğraflara baktığında resimde ki hiç kimseyi tanımadı. Küçük bir kız çocuğu vardı resimde, kardeşi Melek olmalı diye düşündü. Ama resimler çok eskiydi. Altay'ın küçücük boyuyla sandalyeye çıkıp ben büyüğüm imajını verdiği fotoğrafta gezdirdi parmaklarını. Melek olduğunu tahmin ettiği küçük kızla beraber çimlerde uzandığı fotoğraflara baktı sonra. Anne ve babasıyla olan resimlerine baktığında, Altay'ın kesinlikle babasının kopyası olduğuna karar verdi. Melek'te annesinin küçülmüş hali. Şimdi bu aileden geriye bir tek Altay kalmıştı... Yüreği, bir kez daha yandı sevdiği adam için...
Fotoğrafları bir köşeye bırakıp kağıtları eline aldı. Gördüğü şey şok olmasına sebep olmuştu. Böyle birşey beklemiyordu. Her kağıtta kendi resmi vardı. Gülerken, yemek yerken, müzik dinlerken.. Her bir anını resmetmişti Altay. Onun resme olan kabiliyetini zaten biliyordu, görmüştü. Ama böyle birebir aynısını çizmesi... Gözleri dolu dolu bir şekilde resme bakarken, Altay'ın kendisini izlediğinin farkında değildi.
" Evimde gözü yaşlı bir hırsız bulunduruyorum sanırım. " diyen Altay'a koşarak sarıldı.
" Ne zaman çizdin bunları? " diye sordu Asya, gözyaşları Altay'ın omzunu ıslatırken.
" Buraya geldiğim zaman çizdim bunları. Sana geldiğimi söylememiştim ve ben seni çok özlüyordum... Zihnimdeki anları resmettim ben de. Yanımda olsun istedim, bir parçan... Biliyordum ki sen hep hayatımda olacaksın. Her anın benimle olacak.. O yüzden çizdim. "
" Çok güzeller. " diye fısıldadı Asya ve devam etti. " Ben çok mutlu oldum... Kimse daha önce böyle bir şey yapmamıştı benim için... Hiç bu kadar sevildiğimi hissetmemiştim. "