12 - kapı

243 44 144
                                    

"Her yerde ve her şeyde aradığımız sadece kendimiz. Kendimizi bulabilmek. Hepsi bu." *

--


Annem mahalleden arkadaşlarını oturmaya çağırmıştı. Misafirler kalabalık olduğundan ben de sabah erken gidip ona yardım etmeye koyulmuştum. Neyse ki haftasonuna denk gelmişti de okulu asmama gerek kalmamıştı. Eh, okula gittiğimden bihaber olan ailem için ben her zaman müsaittim ne de olsa. Bu kez böyle denk gelse de ileride neler olabileceği beni kaygılandırmıyor değildi...

Sabah erkenden işe koyulup önce evi temizlemiştik. Çocukları (Devran ve Buğlem'i) Fatma ablamlara yollamıştık. Gerçi ablam da kendi evini toparladıktan sonra hem bizimkileri hem de kendi çocuğunu enişteme emanet etmişti ve buraya gelmişti. Eniştem sağ olsun. O çocuklara bakmasa yaptığımız temizliğin bir anlamı kalmaz, biz topladıkça afacanlar dağıtırdı. Neyse ki Fatma ablamlar da bu mahallede oturuyordu ve eniştem çocuk seven bir adamdı.

Annem tatlıyı akşam yapmıştı. Ablam da kurabiyeyi kendi evinde yapıp getirmişti. İşlere başlamadan önce yoğurup mayaladığımız hamur da kıvama gelince kolları bu kez mutfakta sıvamıştık. Poğaça, salata ve kek yapıp eksikleri tamamlamıştık.

"Dolaptan sarmayı da çıkarın pişirelim!" diye seslenen anneme itaat edip sarmayı da ateşe koyduğumuzda her şey tamamdı.

Üzerimizi değiştirip misafir karşılamaya uygun bir şeyler giydiğimizde kendimiz de hazırdık.

İşin güzel yanı, bugün İclaller de gelecekti. Arkadaşımı özlemiştim. Kapıyı çalmalarını heyecanla bekliyordum. Ablamdan da söz almıştım, sonlara doğru bir ara çaylarla o ilgilenecek, ben de bir zamanlar bana ait olan odamda İclal ile oturup baş başa sohbet edecektim.

Kapı çaldığında misafirlerin çoğu gelmişti. Aynı mahalleden olunca birbirlerini evden ala ala gelmişler. Onların mont ve kabanlarını alıp odaya götürdüğümde kapı yeniden çaldı. İclaller de gelmişti. Herkes tamamdı.

Annesine ve ona hoş geldiniz dedikten sonra arkadaşıma sıkıca sarıldım. Gülümsedik birbirimize. Onun montunu, Hanife Teyze'nin de kabanını alıp odaya götürdüm ve içeriye, yanlarına geçtim. Koltuklar dolmuştu. Bizimkiler ve İclal de sandalyede oturuyordu.

Ben de boş bir sandalye çektim ve havada uçuşan nasılsın iyiyim fasıllarını dinledim. Hemen sonra "Ne iyi oldu böyle toplanmak. Havalar soğuyunca bir araya pek gelemedik. Yazın ne güzel geniş geniş bahçede otururduk," kısmına geldi sıra.

- Berra, sen nasılsın kızım?

İsmimi işitince zihnimdeki fazlalık düşünceleri bertaraf ettim.
- İyiyim Aynur Teyze, sen nasılsın?

- Ben de iyiyim yavrum. Ee evlilik nasıl gidiyor bakayım? Alıştın mı?

Evlilik kelimesini duyunca tedirgin olmuştum. Çünkü onların evlilik dediği şey bizim için yalnızca ev arkadaşlığıydı, dostluktu belki. Fazlası yoktu. Sırlarla doluydu üstelik. Liseye gidiyor olmam gibi...

Bozuntuya vermemeye ve her şey normalmiş gibi davranmaya çalıştım.
- İyi, alıştım.

Bu mevzuyu da böylece atlattığımı düşünüyordum ki konuyu uzatmakta epey hevesli göründüler.

- Nasıl, eşinle iyi anlaşıyor musunuz? Huyunuz suyunuz uyuyordur inşallah?

- Anlaşıyoruz, Emin uyumlu biri sağ olsun.

- Var mı zorlandığın noktalar?

Sorgu sual kısmından bunalmıştım. Sabretmeye çalışıyordum. Şükür ki İclal'in annesi Hanife Teyze araya girdi ve sohbet teyzeler arasında benim üzerimden, ama benim dışımda ilerledi.

ZecirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin