23 - fırtına

117 26 4
                                    


"Ağlayan bir kadına sarılmakla yeni doğmuş bir bebeğe sarılmak birbirine benziyor; alabildiğine merhametli ve bir o kadar da sevgi dolu." *


Parkın çıkışına doğru yürüyüşümü hızlandırdım. Sanki her adımımla birlikte içimdeki acı daha da ağırlaşıyordu. Henüz çok taze olan duygularımı tam olarak isimlendiremesem de aralarında seçebildiğim bir kaçı vardı: hayal kırıklığı, hüzün, acı, dehşet, şaşkınlık, kırgınlık...

Sabah heyecanla ve bin bir güzel tasarıyla geldiğim yerden şimdi bunca canımı yakan hisle ayrılıyor olmak çok beklenmedikti. Ne yapacağımı bilemiyor, kursun önüne doğru yürümeyi sürdürüyordum. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Çünkü genzim yanıyordu ve ağlama isteğimi zor bastırıyordum. Sokağın ortasında kendimden geçerek ağlamak ihtimali hiç iç açıcı değildi.

Düşünmeden hareket ediyordum. Telefonumu titreyen ellerimle cebimden çıkardım. Fakat kendimi daha fazla tutamadım. Ekrana bir gözyaşı damlası düştü. Kıyafetimin kumaşıyla ıslaklığı hızlıca temizledim. Emin'in ismini bulana kadar gözlerim iyice buğulandı. Arama kısmına dokundum ve telefonu kulağıma götürdüm.

Çalma sesi işitiliyordu. Aynı esnada gözyaşları yanaklarımdan süzülürken, boğazımdaki düğüm bir türlü çözülmüyordu. Göğsüme oturan bir kaya vardı sanki. Öylesine bir ağırlık hissediyordum.

Emin'in "Efendim?" deyişini işittiğimde dudaklarım hafifçe titredi. Konuşurken sesimin çatlamasını engellemeye çalıştım fakat pek başarılı sayılmazdım. "Emin... Beni almaya gelir misin? Aynı yerden."

Bir şeylerin ters gittiğini hemen fark ettiği, az önceki rahat ses tonun artık telaşa bulanmasından belliydi: "Tabii ki. Hemen geliyorum."

Telefonu kapattıktan sonra çantama sokuşturdum ve yürümeye devam ettim. Ancak gözlerim o kadar doluydu ki etrafı zar zor görebiliyordum. Gözyaşlarım sebebiyle her taraf buğulanıp duruyordu. Yaşlar damla haline gelip süzüldüğünde buğu geçiyor, görüşüm netlik kazanıyor; ancak benzer bir döngü kendini tekrarlıyordu.

Kurs binasına varmama çok kalmamıştı. İçten içe Emin'in bir an önce gelmesini diliyordum. Bunca kırıklıkla tek başına savaşmak yorucuyken, sanki o yanımda olursa biraz daha toparlayabilirdim kendimi. Çünkü şimdiye dek hep öyle olmuştu.

Aniden ayağım bir taş parçasına takıldı. Dengemi kaybettim ve sert bir şekilde düştüm. Ellerim yere çarptığında küçük taş parçaları avuçlarıma batmıştı. Dizlerim sızlıyordu. Yüz üstü düşmekten son anda kurtulmuştum. Refleksle ellerimi öne siper etmesem çenem kırılmış dahi olabilirdi.

Düşüşümün de etkisiyle iyice afallamıştım. Yalnız kalbim değil, bedenim de sızlıyordu artık. Acizliğimi ve güçsüzlüğümü iliklerime dek hissettim. Kendimi daha fazla tutamadım. Boğazımdaki düğüm açılıverdi ve bir hıçkırık sesi sokağın tenhalığına karışıp kayboldu. Omuzlarım sarsılmaya başladı. Ellerim titriyor, yerde dizlerimin üstüne düşmüş halde hüngür hüngür ağlıyordum. İçim boşalırcasına hem de.

Bu ağlayışın şiddetini düşüşüm tetiklese de asıl sebebi bu değildi. Canım gibi sevdiğim, bir dost olarak bildiğim İclal'in sözleri ve tutumuydu. "Sen kendi problemlerinle ve ilişkinle ilgilen," demişti bana. "Belki yaşadığın şeyler yüzünden bu kadar dikkatli davranıyorsun, ama ben senin gibi değilim." Sahi, yaşadığım şeyler... İki kelimeyle ne kadar da kolay söylemişti on beş yaşımdayken tanımadığım biriyle zorla evlendirildiğim gerçeğini.

ZecirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin