11 - kağıt helva

213 45 41
                                    

"Hayat, geriye doğru anlaşılır ama ileriye doğru yaşanır." *

--

İnsan bazı şeylere gerektiğinden fazla anlam yükler. Bu yüklenen anlamlar kimi zaman bize acı verir. Yük olur. Dert ediniriz. Tam da bu sebeple, neye ne kadar değer verdiğimize dikkat etmek gerekir. Ki gereksizliklerin altında ezilmeyelim...

İznimi aldıktan sonra mutfağa geçip mısır patlatmıştım ve film başlamıştı. Aramızda pıtpıt dolu tekneyle macera dolu filmi seyredurmuştuk.

Film reklam arasına girince bakışlarımızı TV'den ayırdık. "Tam da en hayecanlı yerinde!" diye mırıldandı Emin, huysuzca. Güldüm. İkimizin arasında duran içi boşalmış tekneyi alıp sehpanın üzerine bıraktım.

Koltukta yan oturup omzumu başlığına yasladım ve Emin'e döndüm. Film izlerken ara ara kafamı meşgul eden o mevzuyu biraz çekinerek de olsa açtım.

"Dün neye canın sıkılmıştı?"

Emin bunu sormamı beklemiyor gibi önce biraz şaşırsa da, az sonra olanları anlatmaya başladı.

İş yerinde bir sıkıntı yaşamıştı. Mola verdiklerinde her zamanki gibi önce namazını kılmış, sonra yemeğini yemişti. İş arkadaşlarından bazıları ise önce sigara içmiş, sohbet etmiş, sonra yemeğe geçmişti. Emin, iş yerindeki en yakın arkadaşı Faruk ile onlardan evvel çalışma yerine dönüp kolları sıvamıştı. İş saatlerinde herkesin çıktığı molalar haricinde sigara içmeye çıkmazdı çünkü bunun hak olacağını düşünürdü. Fakat bazı çalışma arkadaşları yaptıkları işi bırakıp sık sık sigara molası veriyordu. Faruk zaten sigara kullanmıyordu. İkisi beraber hareket ediyorlardı, namazda, molada ve çalışırken. Dün de ustabaşı sık sık verilen bu sigara molalarının uzaması ve işe engel teşkil etmesi sebebiyle hepsine azar çekmişti. Bir kaç kişiyle ustabaşının arasında çatışma yaşanmıştı. Emin iyi niyetle araya girip tarafları sakinleştirmek istese de kimseye yaranamamış, bilakis suçlu olmuştu. Haksız yere azar da işitince morali iyice bozulmuştu.

Haksızlığa uğramışlık hissinin ne kadar sinir bozucu olduğunu anlayabiliyordum. Anlatırkenki hâline bakılırsa Emin de hâlâ olayın etkisi altındaydı. Fakat onun bu olanları kafasına takmamasını istiyordum. Değmeyecek insanlar için duygusal bir yük altına girmeye hacet yoktu. Konu üzerine biraz konuştuktan sonra kendimi tutamadım.

"Aman boşver! Sen kendini biliyorsun sonuçta. Kafana takmaya değmez."

Emin, -bu rahat ve dünyayı salmış hâlime- güldü. "O pek öyle olmuyor işte ama..."

"Niye olmuyormuş? Herhangi bir suçun, yanlışın, saygısızlığın da olmamış. Sorun onlarda. Onlar düşünsün."

Üzerimdeki gamsızlık ona da bulaşmış olmalı ki yüzündeki ciddiyet silindi, sıkıntılı hâl hafifledi. Yahut bana öyle geldi, bilmiyorum. Ama "Haklısın be, niye milleti dert ediyorum!" deyip arkasına yaslandı. "Biraz daha mısır patlatalım mı film başlamadan?"

"İstersen patlatalım?"

"İstiyorum valla."

Mutfağa geçip mısır patlattıktan sonra ben elimde tekne ile koşarcasına içeriye girdim. "Ayy donduum!" Emin de elinde çay tepsisiyle ardımdan geliyordu. İçerisinin sıcağına kavuşunca gerilen vücudum rahatlamıştı.

Emin odanın kapısını ayağıyla itekleyip kapatırken "Sen hep bu kadar üşür müydün yoksa hasta falan mı olacaksın?" diye sordu ve yanıma doğru adımladı.

"Üşüyen bir insanım galiba," dedim şöyle bir düşününce. Haziran ayında bile ince yorganla yattığıma göre...

"Kış mevsimi senin için çetin geçiyordur o zaman," derken tepsiyi sehpanın üzerine bıraktı.

ZecirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin