33 - yokluk ve boşluk

95 19 52
                                    


"Her ayrılık, biraz daha büyümek demek; ama bazen büyümek acı verir."


Zamanın hızına yetişemiyordum. Emin gideli iki ay olmuştu. O gittiğinden beri annemlerle kalıyordum. İlk başlarda, doğduğum ve büyüdüğüm bu evde yeniden yaşamak çok garip hissettirmişti. Her şey o kadar tanıdıktı ki, duvarların bile eski anılarla dolup taştığını hissediyordum, ama yine de kendi evimizi, Emin'le birlikte yaşadığımız o küçük ve güvenli dünyayı özlüyordum. Bir boşluk duygusu sarmıştı içimi.

İnsan, her ne kadar zorlansa da uyum sağlamadan tutunamıyordu hayata. Annemlerin evine de bir şekilde alışmıştım ama içimde bir şeyler eksik, sessiz, tamamlanmamıştı. Onun yokluğu o kadar belirgindi ki her sabah ve akşam bu eksiklik daha da keskinleşiyordu. İçimde, adı olmayan bir duygu büyüyordu.

Fırsat buldukça Eminle iletişim kuruyorduk. Telefon edip arıyordu beni. Birkaç fotoğraf da göndermişti. Uzun uzun incelemiştim onları. Emin'in saçları, sakalları yok denecek kadar kısaydı. Onu böyle görmek ilk başta garip gelmişti; oysa yüzündeki o sakin ifade, gözlerindeki tanıdık bakış yine yerindeydi. Ne var ki asker tıraşı, onun o tanıdık yüzünü başka birine dönüştürmüştü sanki. Saç ve sakal erkeğin süsüymüş, bunu anlamıştım. Yine de, Emin'in her haliyle, o değişmeyen güven veren gülümsemesiyle bana candan bir dosttu.

Söylediğine göre yorulsa da her şey yolundaymış. Askerlik işte, sabahtan akşama dek koşturma, nöbet... Geçen aradığında biriyle tartıştığı için biraz sinirli ve keyifsizdi mesela. Ama anlattığına göre komik şeyler de oluyormuş. Döndüğünde bana anlatacakmış uzun uzun. O günleri iple çekiyordum.

Her akşam o gelmeyecek bile olsa içimde büyüyen bir güçle hadis kitaplarımızı elime alıp okumaya başlıyordum. İtiraf edeyim, Emin'in yanında geçen o akşamları, ikimizin sessizce oturup kelimelerin derinliklerinde kaybolduğumuz anları özlemiştim.

Yeni bir yıla girmiştik. Ocak ayındaydık. Kalorifer peteğinin önünde oturmuş ödev yapıyordum. Annemin getirdiği ıhlamur çayından yükselen buğuyu içime çekerken Emin'le geçirdiğimiz kışlar canlanmıştı gözümde. Ihlamurun sıcak, tatlı kokusu Emin'i hatırlatmıştı birden; kış mevsimiyle özdeşleşen o anılar usulca zihnime doldu. Birlikte yürüyüşe çıktığımız, kardan adam yaptığımız, soğuktan kızaran burnunu avuçlarıyla ovuşturup bana şaka yaparak güldüğü günler.

O sırada, aniden çalan kapı sesiyle irkildim. Annemle göz göze geldik, o da şaşkındı. Babam ve abim cemiyetteydi; Buğlem hastalıktan bitap düşüp çoktan uyumuştu, Devran ise odasına kapanmış oyun oynuyordu. Birini beklemiyorduk. Annem kapıya doğru ilerlerken ben de istemsizce kulak kesildim. Kapıdan duyulan tanıdık bir ses, Aynur teyzenin sesi, dikkatimi çekti.

Az sonra içeri girdiklerinde onu görünce emin oldum ve kalkıp hoş geldiniz dedim. Fakat bu akşam onun sorgu sualini ve anlatacaklarını çekecek modda hissetmiyordum kendimi. Aynur teyze iyi biriydi ama çok konuşurdu ve çok merak ederdi. Bazen insan yoruluyor ve bunalıyordu. Beni de ilk zamanlar her gördüğünde evliliğim konusunda darlamıştı, nasıl gidiyor, anlaşıyor musunuz, şöyle mi böyle mi diye...

Annem ona ikram etmek için ıhlamur hazırlamaya gittiğinde odada baş başa kaldık. Aynur teyzenin gözlerinde her zamanki merak kıvılcımları vardı. Daha ilk dakikada sorusunu patlattı: "Ee kızım, kocanla görüşüyor musunuz, nasılmış oralarda? Bir yaramazlık yoktur inşallah."

Bir an ne söyleyeceğimi bilemedim; boğazımda bir düğüm oluştu. Yüzümdeki tebessümü koruyarak kısaca, "İyiymiş şükür," dedim. Bu cevap, aklımın içindeki duyguları anlatmaktan uzak, kısa ve sakin bir yanıttı. Aslında Emin'in yokluğunda hissettiğim derin yalnızlık bir an olsun sözcüklere dökülmek ister gibi, içimde kıpırdanıyordu. Ama Aynur teyzeye veya bir başkasına bundan söz etmek, Emin'le aramızdaki özel, sessiz bağın sırlarını anlatmak istemiyordum.

ZecirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin