28 - düşmek

120 20 27
                                    


"Sen beni tutarsan hiç düşmem biliyor musun?" *


Hava çok sıcak olduğu için pek evden dışarı çıkasım yoktu. Buna rağmen -Ağustos sıcağında- Ceyda ve Hazal ile buluşmak için bir kaç kez çarşıya veya onların evine gitmiştim. Ceyda bugün yeniden mesaj atıp önümüzdeki hafta için bizi evine davet etmişti. Fakat Faruk abilerin köyüne fındık toplamaya gidecektik. Müsait olmadığımı belirten bir cevap yolladım. Hem ben de onları davet etmiştim ama henüz hiç bize gelememişlerdi. Bu durum biraz hevesimi kırmıştı.

Telefonu bırakıp fırına baktım. Sebzelerin yeterince kızardığına kanaat getirince düğmesine basıp kapattım ve fişi çektim. Tepsiyi elbezi yardımıyla tutup tezgahın üzerine bıraktım. Hava sıcak olduğundan Emin de ben de sıcak yemek yemeyi pek tercih etmiyorduk. Genelde salata tarzı veya yoğurtlu şeyler yapıyorduk. Eh, çorbayı ve sulu yemekleri özlediğimiz de oluyordu elbet. O zamanlarda yine eski rutinimize dönüyorduk.

Bugün de karışık kızartma yapıyordum. Yoğurtlayacaktım. Şimdiden mis gibi kokmuştu. Yanına bir de mercimek çorbası kaynatmıştım çünkü dün Emin'in canı istemişti. Emin'in işten geliş saatine yakın kızartmayı yoğurtladım ve sofrayı hazırladım. Çorba hâlâ yeterince sıcaktı, yeniden ısıtmadım. Kapı sesini duyduğumda masaya son olarak su koyuyordum.

Koridora çıktığımda karşı karşıya gelmiştik. "Selamün aleyküm!"

"Aleyküm selam," dedim hafifçe gülümseyerek. Gün boyu içimi sıkan sıcaklık, Emin'in varlığıyla yerini ferahlığa bırakmış gibiydi. "Yemek hazır," diye ekledim ona doğru bir adım atarken.

"Mis gibi kokuyor,"derken burnuna gelen yoğurtlu kızartmanın kokusunu içine çekti ve elini yıkamak için hemen banyoya yöneldi. Bu sırada ben de mutfağa geçip ekmeği kestim.

Emin sofraya otururken gözleri çorba tenceresine takıldı. "Çorba da mı yaptın?" derken sesi bu durumdan memnuniyet duyduğunu yansıtıyordu. Tabağı doldurup önüne bıraktığımda "Hem de mercimek çorbası! Özlemiştim, iyi ki yapmışsın," diyerek kaşığını eline aldı. Ben de masanın diğer ucuna geçip oturdum.

Emin çorbasını yarıladıktan sonra gözlerini bana dikti. "Ee nasılsın? Ne yaptın?"

"İyii, bildiğin gibi," dedim ve çatalıma bir patates batırıp ağzıma attım. "Ceyda bugün mesaj attı, bizi evine davet etti ama onlara gidemeyeceğimi söyledim. Zaten fındık toplamak için Faruk abilerin köyüne gideceğiz. Ben kaç kere onlara gittim, ama kızlar hiç bize gelemedi, bu durum biraz hevesimi kırıyor açıkçası."

Durup dururken içimi dökmüştüm yine. Emin'in yanında böyle oluyordu, bir çok şeyi onunla kolayca paylaşabiliyordum. Hatta paylaşmak gibi planlarım olmasa da bir şekilde duygularım dökülüveriyordu.

Emin, kaşığını bırakıp bir an için düşündü. "Haklısın, sizin bu davetler tek taraflı gibi görünüyor. Ama Ceyda ve Hazal da yoğundur, belki bir fırsat bulamamışlardır. Bir sebepleri vardır," dedi sakin bir sesle.

"Orası öyle tabi. Bazen müsaitlikleri uymuyor. Ceyda'nın babası tek başına bir yere yollamıyor, kendi de çalışıyor; bırakamıyor arabayla. Kız otobüse binmemiş hiç hayatında. Hazal'ın annesi evhamlı biraz, kimseye yollamıyormuş kolay kolay. Bizim ev de ona uzak geliyormuş..."

Emin, yumuşak bir gülümseme ile bakarak kaşığını tekrar eline aldı. "İşte bak, bazen insanların kısıtlamaları olabiliyor. Ceyda'nın ve Hazal'ın aileleriyle ilgili söylediklerin gibi. Ellerinde olsa, onlara kalsa seve seve gelirler. Engelleri aileleri. Anlamaya çalış. Sen onları davet etmeye devam et, eminim bir gün gelebileceklerdir."

ZecirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin